Guadelup genel grevi ışığında Antil Adaları’daki genel grev

إطبع
1 Ağustos 2013

Bu broşür, Fransa'da Troçkist bir parti olan Lutte Ouvriere'in (İşçi Mücadelesi) aylık yayını Lutte de Classe'ın (Sınıf Mücadelesi) 118. sayısından (26 mart 2009) çevrilmiştir. Tercüme Ağustos 2013 - Sınıf Mücadelesi

* * * *

20 Ocak'ta emekçiler tarafından başlatılan ve Guadalup adasını sarsan genel grev daha sonra 5 Şubat'tan itibaren Martinik'e yayıldı.

Bu iki ülkedeki hareketin her yönü aynı değildi. Guadelup'da başlayan genel grev, Lyannaj Kont Pwofitasyon (LKP/Aşırı Sömürüye Karşı Birlik) adı altında toplanan, sendikal olduğu kadar politik olan örgütler ya da dernekler bütünü tarafından yönetildi. Martinik'te ise bir sendikalar birliği, 5 Şubat'ta genel grev başlatmaya karar veren emekçilerle, eylemlerini düzenlemek için birkaç aydan beri toplanıyordu.

Ancak bu iki grevin dışarıdan görünen bazı yönleri ve ortaya çıkan olaylar biraz farklı olsa da iki adadaki hareket de temel olarak emekçilerin kararlı ve kitlesel kendi eylemlerinin sonucu oldu.

Emekçiler şirketlerin işleyişini durdurmaya karar verince ve her tarafa grev gözcülerini yerleştirince, bu iki adadaki bütün ekonomik çalışmalar tamamen durdu. Bu andan itibaren, ticaret ve sanayi merkezlerinde, limanlarda, elektrik şirketi ve hastaneler gibi tüm benzeri yerlerde kurulan barikatlarla desteklenen grev, iyice yayıldı ve kendini dayattı. Grevle birlikte, benzin ve akaryakıt dağıtımı kontrol altına alındı, grevde olan ama yine de elektrik üretimini sürdüren emekçilerin, gerektiğinde tüm elektriği keserek harekete geçmeleri için gerekli önlemler de alındı.

Guadalup'da grevin başlangıcından itibaren söylenen meşhur şarkı, "péyi la pa ta yo, péyi la sé tan nou..."(Ülke onların ülkesi değil, bizim ülkemiz, burada her istediklerini yapamayacaklar), bütün protesto gösterilerinde çokça tekrarlanan bu sözler, Martinik'e de ulaştı. Ancak bu şarkının Martinik dili olan Creole de uyarlanması gerekiyordu. Bu nedenle de bazı değişikliklere uğradı. Buna göre sömürenlere, Beke'lere (an bann béké espwatè é vole/ sömürücü ve hırsız Beke çetesine) dışarıya atılacakları ya da denize dökülecekleri konusunda söz veriliyordu. Şarkılardaki değişiklikler; o andaki ruh haline, patronların görüşmelerdeki tavırlarına ve sokaktaki duruma göre değişiyordu.

İki adanın emekçileri, çatıştıkları rakiplerinin aynı sömürücüler olduklarını bilerek, komşu adadaki olayların gelişimini dikkat ve ilgiyle izliyorlardı. Bu iki ada üzerinde de Hayot, Despointes veya Dereynal şirketi gibi aynı şirketler bulunuyor. Her iki adada da kendini beğenmiş, kibirli ve çevresindekileri aşağılayan küçük patron grupları tarafından kontrol edilen Total, Carrefour, Match, Cora, Leader Price, Renault, Peugeot, Mercedes gibi aynı markaların ve aynı şirket gruplarının sahipleri ve alt şirketleri vardı.

Evet, bu iki adanın emekçilerinin kaderi bu mücadeleye bağlıydı. Düşük ücretler, hayat pahalılığı, Total tarafından kontrol altında tutulan ve iki adaya da benzin ve akaryakıt sağlayan SARA (Antil Adaları'ndaki benzin ve akaryakıt tekelini elinde bulunduran petrol rafineri şirketi) gibi aynı sorunlara karşı mücadele ediyorlardı.

Mücadeleleri aynı yolu izledi: Genel grev!

Genel grev, sömürenler tarafından, ekonomide her şeye tek başlarına karar verme haklarına karşı bir itiraz, bir meydan okuma olarak algılandı. Antiller'in bu iki adasındaki emekçiler için ise babadan oğula geçerek, asırlardan beri bu iki adanın halklarını korkunç derecede sömürerek yağmalayan kapitalistlerin mülkiyet hakkını protesto edip, karşı çıkmaktan daha öteye gidecek olan gelecekteki daha verimli eylemleri yürütmek için ümit verici bir eylem oldu. Kısa bir süre önce, nesiller öncesindeki kölelerin torunlarını, aynı mücadele, aynı saldırıda bir araya getiren bu genel grev, kuşkusuz Fransız denilen Antil Adaları'nın da ötesinde, bütün baskı, şiddet ve sömürülerden özgürleşmiş bir Karaibler'e ulaşacak biçimde yürütülecek daha geniş bir mücadele içinde kaynaşmalarını sağlayacak bir çimento işlevi görecek.

Combat Ouvrier'li (İşçi Mücadelesi) yoldaşlarımızın bu makalesi, sadece Guadalup'daki durumu ve dolayısıyla da Martinik'teki grevden iki hafta önce başlayan grevin gelişimini anlatıyor. Bu grev sırasında, birçok ani çalkalanmalar, 1967 Mayıs ayında olanların yeniden yaşanabileceği korkusunu yaratan yoğun anlar yaşandı. 1967 yılının Mayıs ayında, inşaat işçilerinin protesto gösterileriyle birlikte bir grev başlamış ve CRS'lerle (Cumhuriyet Güvenlik Güçleri) diğer baskı güçlerinin gerçekleştirdikleri bir katliamla bitmişti. Öyle ki bugün yetkililerin kendileri bile halktan 80'den fazla kişinin öldürüldüğünü itiraf ediyorlar.

LKP (Lyannaj Kont Pwofitasyon) adı altında birleşmiş örgütler grubu tarafından çağrıda bulunulan genel grev, 20 Ocak 2009'da başlatıldı. Çok hareketli geçen bir Aralık ayı ardından, özellikle de hayat pahalılığına karşı yapılan ilk protesto gösterilerinden sonra gerçekleşti. 2008 yılının sonu, 3 gün boyunca benzin fiyatlarının belirgin bir biçimde azaltılmasını isteyen, Guadalup'un belli başlı karayollarına engeller kurarak kapatan, küçük şirketlerin patronlarının gösterileriyle damgalandı. Bu gösterilerin, birkaç hafta önce Reunion'da başarıyla başlatılan, benzeri bir hareketin devamı olan Guyan'daki protesto gösterilerinden sonra başladığını da hatırlatalım.

Benzin fiyatlarının azalması için üç gün boyunca kurulan karayolu engelleri sırasında, hoşnutsuzluğun düzeyini belirlemek olanaklıydı. Aslında, Guadelup'da her yerde halkın büyük çoğunluğu, protesto göstericilerini destekliyordu. İnsanlar sayılamayacak kadar çok barikatlarda mücadele veren protestoculara yiyecek taşıyarak açık ve net bir biçimde bu desteklerini gösteriyorlardı. Bu talep, benzin fiyatlarındaki 30 kuruşluk indirimle karşılandı. Ancak çoğu insana yeterli gelmedi ve sadece benzin değil bütün fiyatların yüksek olduğunu söylüyorlardı.

30 kadar politik ve sendikal örgütlenme, Guadalup'un temel sendikası olan UGTG'nin çağrısıyla (Guadalup Emekçileri Genel Birliği) 5 Aralık 2008'de toplandı. Yerel idari meclislerin, benzin fiyatlarındaki düşüşü finanse etmek için Antil Adaları'ndaki benzin ve akaryakıt tekelini elinde bulunduran petrol rafineri şirketi SARA'ya, 3 milyon avro yardım yapılmasını eleştirdiler. UGTG ayrıca, diğer bütün fiyatların düşürülmesi için mücadele etmek gerekliliğini de ön plana koyuyordu. Yeni bir akaryakıt ve benzin fiyatıyla hayat pahalılığına karşı genel fiyat indirimini sağlamak üzere, 16 Aralık'ta bir protesto gösterisi yapılmasını önerdi. UGTG'nin çağrısıyla bu 31 dernek, sendika ve politik örgüt, ittifak yaptı. Bu örgütler birliği, aldığı tavrı ön plana çıkarıp uygulatabilmek için bir günlük grev kararı aldı.

16-17 Aralık 2008 ciddi uyarısı

16 Aralık'taki bir günlük hareket sonucunda bazı işkolları grev yaptı ama bu grevler azınlıkta kaldı. Ama yine de Pointe-à-Pitre'de binlerce insanın toplanmasıyla yeterince kalabalık oldu. Yapılan mitingi, 6 bin kişinin katıldığı bir protesto gösterisi izledi. Vali yardımcısının kabul ettiği heyet, bu görevliden, kendisine sunulan talepler konusunda hiçbir şey söyleyemeyeceği ve yapamayacağı cevabını aldı. O halde valiyi görmek gerekiyordu!

Ertesi gün Basse-Terre'de valiliğin önünde yeni bir protesto gösterisi yapılmasına karar verildi. Vali, valiliktekilerin çocuklarının Noel şenliğiyle ilgilendiğini belirterek, örgüt yöneticilerini kabul etmeyi reddetti.

Bu örgütler bir toplantıyla LKP'yi (Aşırı Sömürüye Karşı Birlik) kurmaya ve geniş bir talepler platformu oluşturmaya karar verdiler. Yürütülecek eylemler için bir tarih belirlendi: 20 Ocak 2009 gerektiğinde süresi uzatılabilecek 1 günlük grev. 31 örgüt, her geçen gün yeni katılanlarla güçlendi ve örgütlerin sayısı 48'e yükseldi.

LKP içinde bir araya gelen belli başlı örgütler hangileriydi?

LKP'yi oluşturan örgütlerin bir araya gelmesinin arkasında UGTG bulunuyordu. UGTG diğer sendikalara aylarca ortak talep platformu oluşturmayı önermişti. 2008 yılının sonundaki küçük şirket sahibi patronlarının kurduğu barikatlar sırasındaki hoşnutsuzluğun yükselişini ölçerek hareket hızlandırdı. Birliği oluşturan UGTG (Guadalup Genel Emekçiler Birliği), CGTG (Guadalup Genel İş Konfederasyonu), FO (İşçi Gücü), CFDT (Fransız Demokratik İş Konfederasyonu), FSU (Sendikalar Birliği Federasyonu), SPEG (Guadalup Eğitim Çalışanları Sendikası), CTU (Guadalup Birleşmiş Emekçiler Merkezi) gibi belli başlı sendikal örgütler birliğine daha sonra diğer örgütler de katıldı.

Böylece oluşturulan LKP, mücadeleye girişmek ve yürütmek için iyi kararlaştırılmış gerçek bir güce dönüştü. UGTG kendini adamış, inançlı ve deneyimli militanları bir araya getiren bir örgüt olduğundan, onun başlattığı harekete CGTG, FO, CFDT, CTU ve öğretmenler sendikasının da katılması, LKP'nin bütününe gerçek bir militan gücü ve gerçek bir mücadeleci dinamik sağladı. LKP'de bir araya gelenlerin hepsi çok az sayıdaki tereddüt eden kararsızlara rağmen mücadele etmek istiyorlardı. Üstelik daha sonra bu kararsız unsurlar da hareketin gücüyle mücadeleye sürüklendi. Herkes genel grevin başarılı olmasını, patronlar ve hükümete karşı mümkün olan en büyük güçleri ayağa kaldırmayı ve de onlara karşı zafer kazanmayı istiyordu.

UGTG ve CGTG etrafında toplanan sendikalarla başlatılan hareket daha sonra sömürge karşıtı, bağımsızlık yanlısı ve sol politik örgütlere açıldı. Bunlar arasında Guadalup Komünist Partisi, Combat Ouvrier (İşçi Mücadelesi), Yeşiller, UPLG (Guadalup'un Kurtuluşu için Halkın Birliği), Nonm gibi örgütlerle, köylü, balıkçı örgütleri, tüketici, kiracı dernekleri, suyu koruma, çevreci gibi dernekler, ayrıca Akiyo, Voukoum, Kamodjaka gibi, karnaval, gösteri gibi etkinlikleri düzenleyen ve binlerce genci bir araya getirme gibi özellikleri olan çeşitli kültürel dernekler vardı. Tüm bunlara protestolarda her zaman hazır bulunan özürlüler derneği de eklendi. Bu derneğin temsilcisi, kendisinin ve özürlülerin sahip oldukları resmi gelirin düzeyini ortaya koyduğu televizyon konuşmasıyla hükümeti ve bölgeden seçilen milletvekillerini utandırdı. Bu "birlikten" dışlanan partiler, sadece Guadalup ve Fransa'daki resmi partiler oldu.

LKP nasıl çalışıyordu?

LKP doğuşundan itibaren öncelikle birçok sendikanın bir araya geldiği bir birlik olarak işledi. Alınan kararlar tartışmaya açılıyordu ve tartışmaya katılanlar, bazen çok canlı ve tutkulu konuşmalarla, karşılıklı olarak birbirlerini ikna etmeye çalışıyorlardı. Tartışma yöntemi en kötü "kızgın tartışmalarda" bile sonuna kadar açık ve kardeşçe kaldı.

Her örgütün, her oturum için iki temsilci gönderme hakkı vardı, kendi temsilcilerini de kendisi seçip belirleyebiliyordu. Her bir sendikanın, partinin ya da derneğin kendi etkinliklerini sürdürmesi, ancak kararlar LKP'de bir defa alındığında, ortak uzlaşma gereği - LKP'de asla oylama olmadı - herkesin savunması ve uygulaması gerektiği açık bir biçimde söylendi.

LKP'de neler olup bittiğini daha iyi anlamak için, sendikaların, politik örgütlerin, hatta derneklerin bütün temsilcilerinin; 30, 20 ya da 10 yıldan beri (en gençler için) birbirlerini tanıdıklarını, değişik alanlarda, hatta bazen çok zor koşullarda, hapishanelerde, aranarak, kaçak yaşayarak, barikatlarda, çeşitli grevlerde birlikte mücadele edip, militanlık yaptıklarını da bilmek gerekir. Bazıları, bu uzun yıllar boyunca bir örgütten diğerine geçti ve bu militanlar, bazen gerçekten farklı büyük ayrılıklara rağmen, birbirlerine gerçekten değer verip saygı duyuyorlardı. Bu durum ise işleri daha da kolaylaştırdı.

48 farklı örgütlenmenin LKP içinde bir araya

gelip birlikte çalışmaları nasıl açıklanabilir?

Bu 48 örgütlenmenin birlikte çalışması felç edici bir çelişki olmadığı gibi küçük de olsa çatışma ortamı doğmadan çalışıp mücadele etmelerini sağladı.

Öncelikle emekçi ve yoksul halkla olan gerçek bağları, buna yardımcı oldu.

Bu örgütler birliğinin en güçlüsü olan UGTG, en genç işçilerin çalıştığı iş kollarında örgütlü, hem bir sendika hem de bir politik örgüt olarak bağımsızlık talebini benimsemiş, bu nedenle de bir sendika olduğu kadar bir politik hareket gibi de hareket eden özel niteliği olan bir sendika. Militanları, aynı zamanda da kültürel militanlık denilen alanı da oldukça fazla benimsemiş durumda.

LKP'ye katılan diğer bütün örgütlerin militanları da günlük mücadele içinde gençlerin, emekçilerin, emeklilerin ve engellilerin sorunlarıyla yakından ilgilenen insanlar.

Daha sonra birçoğu iktidara karşı ortak muhalefetleri, aynı zamanda, sömürgeci iktidara karşı muhalefet olarak kabul ediyor. Hepsi de çok uzun bir zamandan beri, resmi ırkçılığa karşı muhalefetlerini: "Beyazlar her şeyi yönetiyor, Béké'ler ekonomiyi, sömürgeci Fransa idari yönetimi. Bunlar büyük şefler: DDA, DDE, rektörlük, gümrük, vergi gibi. Veya bankalar ve büyük şirketler!" biçimindeki ifadelerle az çok açık ve direk bir biçimde ifade ediyorlar.

Bugün hepsi de uzun bir kölecilik ve sömürgecilik tarihinden doğan bu beyaz iktidarına karşı muhalefetlerini ortaya koyma gereksinimini duyuyorlar. Bu duygu, kitlelerin ekonomik durumlarının giderek daha da kötüleşmesiyle güçlendi. Rakamlar, ekonomik kötüleşmeyi açıkça ortaya koyuyor: İşsizlik oranı, Fransa'dakinin 3 katı (27 %), RMI'istlerin (hiçbir geliri olmayanlara yapılan devlet yardımı alanlar) sayısı 6 katı, ortalama gelir, Fransa'dakinden daha düşük ve 6 kişiden biri yoksulluğun eşiğinde yaşıyor. Doğal olarak, böylesi bir durumun, bir gün insanların sokağa dökülmesiyle patlak vermesi gerekiyordu!

Tabii ki genel grev ücretli emekçiler tarafından başlatıldı ve bunlar 200 avro ücret artışı, asgari ücretin yeniden değerlendirilmesi gibi kendilerine özgü talepleri öne çıkardılar. Ama hareketlerinin gücü ve katılanların kararlılıkları, diğer bütün sosyal halk tabakalarının da hızla harekete geçmelerini ve bu hareketle ittifak yapmalarını sağladı. Bu kitleler, ön plana farklı talepleri koyuyorlar ve ırkçı yönetime karşı muhalefetlerini ve kendilerini yabancı gibi hissettikleri bu ülkede saygıya, onur ve haysiyete duydukları açlığı bütün güçleriyle haykırıyorlardı. Üstelik bu ülke, büyük mülk sahiplerinin çıkarlarına ve Guadalup'un 7 bin kilometre ötesinde bulunan bir iktidarın (Fransa), genellikle keyfi, gelişigüzel kararlarına tamamen boyun eğen bir ülkedir.

Talepler platformu

LKP'yi oluşturan bütün örgütler, basit bir yöntemle bir talepler platformu oluşturmaya karar verdiler: Her örgüt kendi taleplerini yazılı olarak bildirdi ve bu talepler, gruplaştırılarak tartışmaya açıldı.

Tabii ki bu tartışmalar ne tutkusuz ne de çatışmasız geçti. Örneğin, düşük ücretleri asgari ücretin 1,6'sına ulaşacak biçimde 200 avroluk artış talebi bütün örgütler arasında ciddi tartışmalara ve çatışmalara neden oldu. Aynı şekilde, bütün yardımcı işlerde, geçici sözleşmelerle çalışanların, süresiz sözleşmeyle kadrolu yapılmaları da tartışmalara neden oldu.

Bütün bu tartışmalardan çıkan yaklaşık 20 kadar talep, öncelikli talepler olarak değerlendirildi. Fiyatların azaltılması, ücretlerin arttırılması, yerel yaşamın gerçek maliyetlerini, hayat pahalılığını dikkate alan sabit bir asgari ücret belirlenmesi, sosyal yardımların yeniden değerlendirilip belirlenmesi, toplu ulaşım araçlarının kullanım fiyatlarının indirilmesi, kiraların dondurulması ve 2008'de yapılan son zamların iptal edilmesi, bu talepler listesinin en başında yer alanlarıdır.

Özellikle, düşük ücretleri, asgari ücretin 1,6'sına ulaştıracak biçimde 200 avroluk artış talebini örgütlerin hepsi kabul etti. Yerel idareler tarafından SARA'ya verilen 3 milyon avronun geri iadesi gibi benzin ve akaryakıt fiyatlarındaki indirim de öncelikli talepler arasında kabul edildi.

Diğer talepler arasında, köylüler ve balıkçılar için gerekli mal ve ürünlerin fiyatlarının indirilmesi de vardı. Ayrıca öğretmenler, okulların açılmasından itibaren 19 öğretmenin atanmasını istiyorlardı. Kısacası, LKP'nin sunduğu yaklaşık 160 talebin bütünlüğünü temsil eden öncelikli olan 18 tanesi, yıllardır boyun eğilen adaletsizliklerin, tacizlerin, bazılarının gerçekleştirdiği yolsuzlukların ve idari saçmalıkların etkilediği sosyal ve ekonomik yaşamın, bütün bu tür görünümlerini süpürüp atıyordu. Görüşmeler, öncelikli taleplerle açıldı, ancak başlangıçtan itibaren, ücretler sorunuyla zaman zaman kesintiye uğradı. Valilik yetkilileri ve yerel yetkililer, 160 talebin hepsini incelediklerini ve bunlardan birçoğuna cevap vermeye, birçoğunu karşılamaya hazır olduklarını açıklayarak, iyi niyetli olduklarına inandırmaya çalıştılar.

Ancak grevciler, öncelikli olarak gördükleri bazı sorunları ön plana koymaya karar verdiler. Benzin ve akaryakıt fiyatları, SARA'nın (petrol rafinerisi) petrol fiyatlarındaki yolsuzlukları, ücretlerin arttırılması ve fiyatlarda indirim. Ve grev, ücretler sorunu (200 € artış) üzerindeki anlaşmazlıkla uzayarak, 44 gün sürdü.

20 Ocağı hazırlayan miting kampanyası

LKP içinde bir araya gelen örgütler, ayın 16 ve 17'sinde yapılan gösterilerden sonra Guadalup'un en önemli belediyelerinde bir seri miting düzenlediler. Bir gün önce veya hemen aynı gün duyurulan bu mitingler, sayıları, örneğin Capesterre'de 200, Moule-Bouillante'da 500 olacak biçimde değişen kitleleri bir araya getirdi. Aslında genel olarak böylesi kitlesel mitingler, büyük partiler tarafından çağrı yapılsa bile ancak 50 kadar insan toplayabiliyordu. Sonuç olarak büyük bir başarıydı.

Mitinglerin amaçları ise insanlara genel grev çağrısı yapmanın nedenlerini açıklamaktı. Bunlar, aynı zamanda bir çeşit "anketti", en geniş anlamda da kitlelerin tepkilerini hissedip ölçmek için yapılıyorlardı. Karşılama, her yerde coşku dolu, heyecanlı oldu. Bu aynı zamanda, genel grev çağrısının, kitleler tarafından iyi karşılandığının göstergesiydi.

Kendi sorunları nedeniyle genel greve katılan

benzin istasyonları yöneticilerinin oynadıkları rol

Benzin istasyonları yöneticileri, genel grevin başlamasından 4 gün önce, bir grup Guadaluplu büyük kapitalistin (temel olarak zengin Beke'ler) otomatik makinaların bulunduğu benzin istasyonlarının sayısını arttırma niyetini protesto etmek için benzin istasyonlarını kapatacaklarını açıkladılar. Bu girişim, benzin istasyonlarının ücretli çalışanları greve katılıp, işyerlerini işgal ettikçe, grevin güçlenmesine katkıda bulundu. Grev boyunca bazı zamanlar ya kendi istekleriyle bir ya iki gün benzin dağıtmaya karar vererek ya da valiliğin emriyle itfaiye, hemşire gibi öncelikli kişi ya da kurumların ihtiyaçlarını karşılamak üzere, bu güçlü saldırıyı gevşetmek zorunda kaldılar.

Taktik tartışmalar: 20 Ocak, yol kesme için

engeller kurulsun mu kurulmasın mı?

LKP'de genel grev başlamadan önce bir tartışma gündeme geldi. Grevin ilk gününden itibaren trafiğin akışını engellemek üzere engeller kurmak gerekir mi? Bu herkesin işe gitmesini engelleyecekti. Ancak böylesi bir durum, grevin normal gelişimine, evrimine uygun değildi. Çalışanların işyerlerinin önünde toplanıp grev gözcülerini oluşturmalarını da engelleyecekti. UGTG'nin uygulamalarına dahil olan, derhal baraj oluşturma geleneğini hiç dikkate almadan "ilerleyen bir hareketin başındaki grev" (bunun ne demek olduğu aşağıda açıklanıyor) karar verildi. Buna göre, 20 Ocak'ta başlayan grevde, grevcilerin müdahaleleri hafta sonuna kadar, birçok güne yayılmalıydı.

Grevin ilk günü

İlk gün, gittikçe hızlanan bir hareket olarak başlamalıydı. İlk günden itibaren, greve daha önce başlamış farklı ekonomik sektörlerin, en zayıf noktalarını güçlendirmeye girişmek öngörülmüştü. Büyük grevci gruplarla, bir şirketten diğerine geçmek gerekiyordu. Antiller'de eski grevlerde buna "ilerleyen bir hareketin başındaki grev" adı veriliyordu. Bu geleneğin, şeker kamışı tarlalarının birinden diğerine geçerek, ayaklanmayı hazırlamaya çalışan kölelerden miras olarak alındığı söylenir. Bu yöntem, 19. yüzyıldaki ve 20. yüzyılın başındaki grevlerde çok kullanıldı. Çünkü bu yöntem, hareketi bütün ekili alanlara, yetiştirme çiftliklerine yayıp genelleştirmek için etkin tek yöntemdi.

20 Ocak'ta, özel olarak bir protesto gösterisi yapılması öngörülmemişti ancak Mutualité Sarayı önünde grevin durumu hakkında bir değerlendirme yapmak üzere toplanılması öngörülmüştü.

LKP'nin liderlerinin, sabahın erken saatlerinden itibaren, binlerce kişinin bütün şirketlerden, işçi mahallelerinden gelerek, Mutualité'nin önünde toplandığını görmekten yeterince hayrete düştükleri belirtilebilir. Bir miting düzenlendi ve Pointe-à-Pitre'in sokaklarında ilk büyük bir protesto gösterisi dalgası patlak verdi. 10 binden fazla gösterici, 200 avro artış isteyerek, ücretlere ve hayat pahalılığına ilişkin talepleri içeren sloganlar haykırıyorlardı. Hareket başlamıştı. Gelecek günlerde daha da güçlenecekti.

21 Ocak 2009'da, birkaç yüz kişilik gruplar halindeki binlerce protesto göstericisi, grevi güçlendirmek ve grevcileri desteklemek üzere Pointe-à-Pitre/Abymes yerleşim yerinin çeşitli noktalarına yayıldılar (burada da yine "ilerleyen bir hareketin başındaki grev" söz konusuydu!). Özellikle Milenis ticaret merkezi ve havaalanında, henüz yeni gelmiş olan jandarmalarla ilk karşılaşma gerçekleşti.

Bunu izleyen her gün, binlerce kişi Mutualité Sarayı'nın önünde buluştu. Bütün mahalleler, sürekli olarak grevciler ve göstericiler tarafından işgal edilmişti. Sendika sorumluları bazen söz alıyor, kalabalıklara hitaben konuşma yapıyor, etkinlik ve eylem programını açıklıyorlardı. Mutualité'nin önünde her akşam, binlerce kişinin katıldığı gerçek mitingler düzenleniyordu.

Gösterileri güçlendiren kitleler nereden

geliyordu? Grevciler ve yoksullar

20 Ocak'ta grev, ekonominin hemen hemen bütün dallarına yayılmıştı. Jarry'deki bütün bir sanayi bölgesi kapalı kaldı. EDF'in (Elektrik İdaresi), Moule termik santralinin, büyük ticari merkezlerin çalışanları, sağlık sektöründe çalışanların bir kısmı, benzin istasyonları ve bütün belediyelerin çalışanları grevdeydi. Bütün okullar, liseler, üniversiteler kapatıldı, bu kuruluşların çalışanları tümüyle grevdeydi. Kısacası genel grev bütün ülkeye kendini dayattı.

Ancak, ilk gösterilerden sonra, grevdeki işyerlerinin çalışanları olmayan, işsiz, yoksul, binlerce kişi görüldü. Bunların büyük çoğunluğu kadındı. Hepsi de yoksul mahallelerden ve başka belediyelerden geliyorlar, harekete her geçen gün daha da çok sayıda katılıyorlardı. Genellikle 5 ya da 8 bin kişiyi bir araya getiren emekçilerin gösterilerine katılanların sayısı, her geçen gün daha da kabarıyor, artıyordu. 20-30 bini aşan bu sayı, hatta bazı günler 40 bine kadar (bazı gazeteciler 50 bin kişiden bile söz ettiler) ulaşıyordu. Bu gerçekten de büyük bir rakamdı ve toplam nüfusun onda birini oluşturuyordu.

Bu hareketin önemi öylesine büyüktü ki valiliğin yetkilileri buna direk olarak muhalefet etmemelerinin, karşı çıkmamalarının gerektiğini anladılar. Vali, LKP ile yapılacak pazarlıkların alması gereken biçim konusunda, tartışmaları başlattı. Vali 17 Aralık'taki gibi yüksekten, aşağılayıcı bir biçimde bakmıyordu.

Yoksulların, bütün dar gelirlilerin, hesap dışı bırakılmışların yaptıkları birlik, dayanışmaları şaşırtıcı değildi. Bütün bu insanlar, genel greve sonuna kadar gitmek üzere karar verildiğini hissettiler. Grevdeki emekçilerin ve grevi yöneten LKP'nin gerçek bir mücadele yürütmek istediklerini ve bu defa hareketin ancak belirli bir karşılık bulunca yani talepler elde edildikten sonra duracağını hissettiler. Bu ise aynı zamanda kararsızların, yenilikten ve tehlikeye atılmaktan korkanların ve kuşkucuların güvenini arttırdı. Ve işte yoksullarda doğan ve büyüyen bu güven, bu insanların harekete katılmalarını ve kendi seslerini duyurmaya karar vermelerini sağlamıştı.

Göstericilerin birçoğu için taleplerden çok, saygınlık sorunu söz konusuydu ve hatta bu sorun genellikle diğerinden daha da önemliydi. Kendilerini, toplumun efendileri görenlerin kibri karşısında, içinde bulundukları yoksulluk ve sefalet koşullarına eşlik eden, sürekli aşağılamalara, çektikleri bütün acılara, adaletsizliklere karşı duydukları bütün öfkeyi sokaklara dökülüp ifade etmeleri söz konusuydu. Bu hareket, patronlara ama aynı zamanda iktidarın bütün temsilcilerine, her zaman küçükleri aşağılamaya ve ezmeye hazır olanlara yönelikti. Birçoğu için işte bu adaletsizlik ve aşağılanma duygusu, binlerce ama binlerce yoksul insanı, sokaklara dökmüştü.

Görüşmeler sırasında ani değişiklik

Görüşmelerde iki evre söz konusu oldu: İlk evresi tümüyle kitlelerin gözleri önünde gerçekleşti. Çünkü radyo ve televizyonda yayınlanıyorlardı. Diğer evre ise medyada yer almadı. Bu evredeki görüşmelere Basse-Terre'deki valilikte, Jego da (Denizaşırı Bölgelerden Sorumlu Devlet Sekreteri) hazır bulundu.

Görüşmelerin ilk evresi olan 24 ve 28 Ocak arasındaki günler, hareketin güçlenmesinde büyük bir rol oynadı.

Bu evre, görüşme biçimi üzerine uzun süreli, halka açık karşılıklı atışma ile başladı. LKP, vali bölge ve belediye meclislerinin başkanları, milletvekilleri ve patron temsilcileri olmak üzere bütün önde gelen ilgililerle birlikte görüşmeyi istedi. Yerel meclislerin başkanları, özellikle de bölgenin Sosyalist Parti (PS) başkanı Lurel, ayrı ayrı görüşmek isteyerek direndiler. LKP bunu net bir biçimde reddetti. Sonuç olarak, bütün bu ileri gelen yetkililer, Jarry Limanı'ndaki Dünya Ticaret Merkezi (WTC) binasında bir araya gelmeyi kabul ettiler. Görüşmelerin, 24 Ocak Cumartesi günü öğleden sonra başlaması gerekiyordu.

Aynı günün sabahı, Pointe-à-Pitre'in sokaklarında 20 binden fazla kişinin katıldığı devasa bir protesto gösterisi yapıldı. Daha sonra binlerce protestocu, Dünya Ticaret Merkezi binasına giden LKP heyetine eşlik etti. Önce büyük bir jandarma kordonu, bu binlerce protestocunun Dünya Ticaret Merkezi'nin otoparkına girmesini yasaklamayı düşündü. Televizyon (Canal 10, çok popüler olan özel bir kanal) LKP'nin sözcüsü Domota ve askerlerin komutanı arasındaki ilk sözlü çatışmayı kaydetti. Domota, eğer protestocular ve televizyon LKP'ye eşlik etmezse görüşmeye gitmeyeceğini belirtti. Birkaç söz dalaşından sonra, vali geri adım attı ve LKP heyeti, güçlü bir destekle uzlaşmaların yapılacağı yere ulaştı. Güç dengesi emekçilerden yanaydı.

Bir tarafta LKP, diğer tarafta milletvekilleri, vali ve patronlar olacak şekilde sürdürülen tartışmalar, 4 gün boyunca, hatta bazen Guadalup halkını dehşete düşürecek bir biçimde tamamen gözler önünde gerçekleştirildi. Kitleler böylece, milletvekillerinin ne kadar dirayetsiz ve güçsüz olduklarının, devlet temsilcilerinin ve valinin karar almakta ne kadar aciz olduğunun ve söylediklerinin açık ve net olmadığının, patronların ne kadar kötü niyetli olduklarının, mızmızlandıklarının, güçlük içinde olduklarını bahane ederek emekçilerin taleplerini yerine getirmek istemediklerinin farkına varma fırsatına sahip oldular. LKP'nin temsilcileri, devletin onlara cömertçe verdiği yardımları açıkladıklarında patronlar, bir tek kelime bile edemiyorlar, sessiz kalıyorlar ve başlarını başka taraflara çeviriyorlardı.

Görüşmeler boyunca yayınlanan bu televizyon programları, bütün kitleler üzerinde hatırı sayılır ölçüde etki yapmaya devam etti ve böylece de kararsız ve kuşkulu olan herkesin LKP'nin cephesine geçmesini sağladı.

Çünkü tüm bu yayınlar, açık ve net bir biçimde, kötü niyetli, yalancı, zaman kazanmaya çalışan patronlar karşısında; talepleri gerçekleştirmek konusundaki acizliklerini, yeteneksizliklerini ortaya koyan milletvekilleri karşısında; devletin temsilcisi olan, fazla bir şey yapamayacağını itiraf eden ama aynı zamanda bazı noktaları gerçekleştirme yükümlülüğünü üstlenebileceğini ileri süren bir vali karşısında LKP'nin taleplerinin haklılığını, inançlarının güçlülüğünü, temsilcilerinin ciddiliğini gösteriyordu. Sonuç olarak vali, Deniz Aşırı Bölgelerden Sorumlu Devlet Sekreteri Yves Jego'nun mesajının okunmasından sonra salonu terk etti.

Görüşmelerin yapıldığı salonun yakınında bulunan kalabalık, dışarıya yerleştirilen dev ekranlar aracılığıyla direk olarak tartışmaları izleyebildi. Bu görüşmeler döneminin son günü, salonun bir kısmı, görüşmecilerin yakınındaki bulunan protestocular tarafından işgal edildi. Söz alma sırasında, tepkilerini göstermekten geri kalmadılar. Patronlara ve devlet temsilcilerine muhalefet eden Domota'nın konuşmasından sonra, sorumluların, şirket veya devlet hiyerarşisinin basamaklarını tırmandıkça derilerinin renginin açıldığını, hatta tamamen beyazlaştıklarını söylediği zaman alkışladılar. Göstericiler, aynı zamanda CGTG'nin genel sekreteri Nomertin'i de, ayağa kalkıp sadece görüşme masasında oturanlara değil, salonun ötesindeki göstericilere de hitap ederek SARA'nın ve kapitalistlerin yolsuzluklarını, kaçakçılığını ve yaptığı üçkâğıtları açıklayıp bunların kabullenilemeyeceğini söylediğinde de alkışladılar.

Televizyonda da verilen görüşmelerin ertesi günü kitleler, iktidarın yalanları ve zayıflığı, Domota ve Nomertin'in ağızlarından çıkanların "gerçekliği" konusunda yorum yapmaya başladılar. Domota'nın açıklamalarının soğukkanlılığı ve ısrarcılığı, patronların kaçamak cevaplarına ya da hiç cevap vermemelerine, milletvekillerinin itiraf ettikleri çaresizliklerine (Milletvekili belediye başkanı Janny Marc "Biliyor musunuz, Paris'te bizi dinlemiyorlar!" demişti) tamamen zıttı. Abymes'in milletvekili ve aynı zamanda da belediye başkanı Jalton'un, ayağa kalkıp, taleplerini bildirmek için gelenlere sırtını dönenen valiyi, yol yordam bilmeyen, düşüncesiz ve kaba birisi olarak nitelendiren kamçılayıcı açıklamaları da etkileyici oldu.

Kitleler, bütün sosyal tabakalarıyla 3 gün boyunca büyük çapta politika yaptılar. Bu kitle, Fransa'dan gelenler ya da örneğin Lurel gibi "karar verecek olan sokak değildir" diyen Guadalup'tan seçilen milletvekilleri olsun, kendilerini yönetenlerin gerçek yüzlerini ve davranış biçimlerini açıkça gördüler. Kitleler, bu yöneticilerin davranışlarını, kendileri adına otoriteye ve bu yöneticilerin meşruluğuna karşı çıkan LKP'nın yöneticilerinin davranışlarıyla karşılaştırdıklarında, hangi tarafta yer alacaklarına karar vermede hiçbir tereddüt göstermediler.

Bunlar, hareket içindeki en önemli ve güçlü anlar oldu. LKP, valinin görüşmelerden alelacele ayrılmasından sonra, yeni protesto gösterileri için çağrıda bulundu. Böylece göstericilerin sayılarının daha da arttığı görüldü. Nüfusun en alt tabakalarına kadar, her düzeyinden gelen binlerce insanın sokaklara döküldüğü görüldü. Burada sadece emekçiler, grevciler, sendika üyeleri, öğretmen ve öğrenciler değil, aynı zamanda yaşamlarında ilk defa protesto gösterisine katılan yoksul insanlar da vardı. Bu insanların hepsi haykırıyor, anadilleri olan Creole ile durmadan şarkılar söyleyerek ("Bu ülke onların değil bizim ülkemiz, burada her istediklerini yapamayacaklar") taleplerinden daha da fazlasını, böylesine çok sayıda bir araya gelmenin güçlü coşkusunu ortaya koyuyorlardı.

Görüşmelerin ikinci evresi (4-8 Şubat dönemi)

Görüşmelerin ikinci aşamasında, Jego ön plana çıktı. Bir biçimde hükümeti tarafından görevlendirilmişti ve problemleri halledene kadar kalacağını söylüyordu. Ve çok çabuk durumun ciddiyetinin ve grevin gücünün, kararlılığının çok büyük boyutlarda olduğunun farkına vardı.

Patronların örgütü MEDEF'in (Fransa Şirketler Hareketi) ısrarlı reddi karşısında, anlaşmaların temelini belirleyen de o oldu: Devlet, istenen 200 avronun yarısını verme yükümlülüğünü üstleniyordu, bu miktarın geri kalanı ise patronlar ve yerel idareler tarafından üstlenilecekti. Bu, önerisinin merkezi iskeletini oluşturuyordu. Sonuç olarak, ayrıntılar üzerinde yapılan saatler süren görüşmelerden sonra, her şeye rağmen önemli olan bu önerinin hangi düzeye kadar olan ücretlere uygulanacağıydı. Diğer kategorilerde çalışanların, çalışma saatleri tam olmayan, örneğin yarım gün çalışan ücretlilerin durumları ne olacaktı? Bir ön uzlaşma hazırlandı ve birkaç saat sonra imzalanması öngörüldü. Ancak kitleler, imza saati gelip çattığında, şaşkınlıkla, hükümeti tarafından yadsınan, onaylanmayan Jego'nun görüşmeleri terk ettiğini öğrendiler. Fransa başbakanı Fillon'a göre bu anlaşma mümkün değildi!

Jego'nun yanlış adımı ve Fillon tarafından reddedilmesi! Zengin Beke'lerin perde arkasında yer alıyor

Fransız hükümeti, kendisinin görevlendirdiği, gönderdiği, vekil olarak atadığı görevli tarafından hazırlanan antlaşmayı kabul etmeyip imzalamayarak, onaylamayı reddediyordu. Görüşmelerin böyle başlaması, bir kere daha yönetenlerin kitleleri aşağılaması, hor görmesi olarak algılandı. Söylenecek hiçbir şey olmadığını belirten vali, grevciler heyetini kabul etmeyi reddetti. Nomertin, "İktida, iktidarsız, yeri boş, onun yerini biz alacağız!" diye haykırdı. Kızgın olan protestocular da bunu düşünmekten uzak değillerdi. Yeni baskı güçlerinin valiliğin kapısının önünde yer almaları gecikmedi. Yetkililer, Jego'nun gidişinin grevciler tarafından, işlediği bir suç nedeniyle ve bir anlamda da grevcilerin en ufak bir başarı kazanmasına izin vermemek için gönderildiği biçiminde yorumlanacağını biliyorlardı. Genel görüş zengin Beke'lerin uzlaşmayı geçersiz kılmak için Fillon, hatta Sarkozy nezdinde girişimde bulunduğuydu. Kapitalist Beke'lerin davranışlarına ve iktidarla olan bağlarına bakıldığında, bu hipotez son derece olanaklı ve geçerliydi.

Hareketin sertleşmesi: Yolların kesilmesi (16-20 Şubat)

Protesto gösterilerine katılan kitlelerin sayısı bu olaydan sonra da büyümeye devam etti. LKP yöneticileri, bu durumda da "Sokaklarda yürümekten yorgunuz", "Artık yürümeyeceğiz", "Her şeyi durdurmak gerek, ülke tümüyle abluka altına alınmalı, her şey engellenmeli! Her yerde barikatlar kurun, özellikle de yolları kesin, hiçbir şey işlememeli!" açıklamasını yaptılar.

LKP, kitlelere, Jego'nun gidişine ve anlaşmayı kabul etmeyen, reddeden Fransız hükümetinin ortaya koyduğu tavra tepki olarak, mümkün olan her yerde barikatlar oluşturup yolları kesmeleri konusunda çağrıda bulundu. Guadalup'un her yerinde, bu çağrıya uygun olarak, bütün yollar üzerinde, çok sayıda barikatların kurulup yolların kesildiği görüldü. Hatta bazen insanlar, kendi mahallelerinde bile barikatlar oluşturuyordu. Kırsal kesimdeki gençler de şurada ya da burada, ikinci dereceden önemli yollarda barikatlar kurarak, harekete katıldı. Barikatlar çok ciddi biçimde tutuluyor, kontrol ediliyordu. Kitlelerin bu tepkisi, hareketin bütün adada, adanın kırsal kesimleri de dahil ne kadar destek aldığını gösteriyordu.

Bununla birlikte, temel barikatlar, hareketin militanları, sendikacılar, politik militanlar tarafından büyük karayolu güzergahları üzerine kurulmuştu. Barikatların civarında yaşayan kitleler dahil birçok kişi, barikatlara destek oluyorlardı. Özellikle de gençler, barikatların sağlamlaştırılmasına ve jandarmaya karşı korunmasına katkıda bulunuyorlardı.

Taktik, jandarmayla direk çatışmaya girmemek biçimindeydi. Barikatlar bir kez jandarmalardan temizlenince, tahrip edildikleri için onları derhal yeniden inşa etmek gerekiyordu. Bu oyunda, genellikle baskı güçlerinin protestocuları göz yaşartıcı gaz bombasına boğmak gibi bir avantajları olmasına rağmen, baskı güçleri yorgun düşüyorlardı. Çünkü adanın birçok noktasında kurulmuş sayılamayacak kadar çok barikata karşı mücadele ediyorlardı.

Jandarmalar, Gosier (Poucette) ve Boucan Köprüsü olmak üzere en azından iki bölgede çok güçlü bir muhalefetle karşılaştıkları için barikatları tahrip etmeyi başaramadılar.

Barikatlar büyük oranda iletişim, fikir alışverişi olanağı, bu hareket ile cesaret ve kararlılıklarını gösteren gençler için ise yararlı bir deneyim oldu.

Daha da önemlisi, bu barikatlar, çevre mahallelerde yaşayanlar, gençler, orta yaşlılar, kadınlar için de mücadelenin bu biçimde örgütlenmesini kendi ellerine alma, kendi kendilerine başarma fırsatı oldu. Bu durum daha hazırlıklardan başlıyordu çünkü bir barikat inşa etmek için birçok malzeme gerekiyordu ve barikatları kurmak gündeme geldiğinde bunları hemen, anında bulmak söz konusu olamazdı. Barikatı yapmak için gerekli malzemeleri el altında bulundurmak gerekiyordu. Barikatların kurulması gereken her yerde, eski araba kaportaları, eski bozuk buzdolapları, büyük taşlar ve çevre mahallerde oraya buraya atılmış her çeşit malzeme toplanarak, stoklar oluşturulmuştu.

Daha sonra, tercihen gece, baskı güçlerinin gelmesinden önce, barikatı inşa etmek ve barikatın çevresinde nöbet tutacak ekipleri oluşturmak gerekiyordu. Barikatlardaki kişilerle çevredeki köyler arasında da ilişki kuruldu.

Boucan köprüsü üzerinde, Boucan-Sainte Rose'da kurulan gibi bazı barikatlar, gerçek anlamda kalelere dönüşmüştü. Uzunca bir süre barikat deneyimi olanlar, baskı güçlerine karşı mümkün olduğunca uzun süre direnmek için örgütlendiler. Her şey, özellikle de barikatlarda duracak kişilerin, mahalle yaşayanları tarafından nöbetleşe yer değiştirmeleri gibi önlemler öngörülmüştü. Çünkü her barikatın gece ya da gündüz kurulabilmesi, ayakta kalabilmesi ve yenilenmesi gerekiyordu. Capesterre, Morne-à-L'eau, Sainte-Anne, Gosier, Petit-Bourg gib yerlerde böylesi kitlesel barikatların oluşturulduğu görüldü.

Barikatların olduğu yerlerde, ambulansları, itfaiyecileri geçirmeli mi geçirmemeli mi biçimindeki çeşitli kararları anında almak gerekiyordu. Baskı güçlerine hangi düzeye kadar direnmek gerekiyordu? Bazen, özellikle de kışkırtma olarak gördükleri baskı güçleriyle ne pahasına olursa olsun çatışmak isteyen gençlerle karar almak çok da kolay değildi. Bütün bunlara, barikatlardaki protesto göstericileri ve onların etrafında yaşayan çevre sakinleri tarafından karar verilmesi gerekiyordu. Barikatlarına göre işler, üç aşağı beş yukarı böyle yürüyordu. Bazen örgüt militanları işleri tamamen halkın katılımı kaygısını duymadan yürütüyorlardı. Ancak bu her zaman geçerli değildi çünkü kitleler, olup bitenlerin kendilerini de ilgilendirdiğini hissediyorlardı.

Aynı zamanda, LKP'nin çağrısıyla ilk olarak kurulan Gosier barikatından da söz etmek gerekir. Bu barikatı oluşturan elemanlar, yolun 1 kilometreden fazla bir kısmını kaplamıştı. Burada yüzlerce protesto göstericisi ve çevrede yaşayanlar bir araya gelmişti.

Bir yıldırma harekatı yapmaya çalışan ve 40 kadar protestocuyu barikatlarda aktif bir biçimde kalmasını yasaklayarak çevreleyen çok sayıdaki baskı güçleriyle yaşanan ilk çatışmanın şoku çok sert oldu. O gün, kitleler göz yaşartıcı bombalar ve coplarla kovalanıp dağıtılmaya çalışıldı. CTU sendikasının sorumlusu Alex Lollia'ya saldırılıp ciddi bir biçimde dövüldü. Öyle ki Lollia'yı hastaneye kaldırmak gerekti. 12 kadar gösterici tutuklanarak, Pointe-à-Pitre karakoluna götürüldüler.

Ancak bu dönem polis karakolunun yakınında, tutuklananların serbest bırakılması için yapılan önemli bir protesto gösterisine dönüştü. Çok sayıda avukat, LKP sempatizanları, bir LKP heyetinin eşliğinde, bu protestocuların bırakılmasını istemek için karakola gittiler.

Kayda değer küçük bir hatırlatma yapılırsa: Polis sorgulaması sırasında protestocuların kimlikleri sorulduğunda sadece üçünün kimliği vardı. Diğerleri, " Adım LKP 1, LKP 2, LKP 3..." diye cevap verdiler. Sonuç olarak bu insanlar, suçlu olarak nitelendirildiler ve resmi belgelerde, LKP1, LKP 2, LKP 3... adlı kişilerin, haziran ayında mahkemeye çıkacakları kaydı yer aldı.

Bu yıldırma ve sindirme çabalarına rağmen, Gosier barikatı, LKP'nin barikatları esnek kılma kararını almasına kadar sağlam bir biçimde ayakta kaldı. Bu karar alındığında bile, labirent biçimindeki barikatı aşabilmek, geçişleri kolaylaştırmak için rehberlik yapmak gerekti.

Bino'nun katledilmesi ve cenaze töreni: Hareketin doruk ve dönüşüm noktası (22 Şubat)

İki günlük barikat eyleminden sonra gelen en zor gecede, yüzlerini gizleyerek kapüşonlu giysilere bürünmüş göstericilerle, baskı güçleri arasında sayısız çatışma yaşandı. Farklı noktalarda birkaç yangın patlak verdi. İyi örgütlenmiş, kapüşonlu giysilerle yüzlerini gizlemeye çalışan ve bir televizyonun da kaydettiği genç gruplar, Destrelland Ticaret Merkezi'ne saldırdı. Bu gençler, hiçbir karmaşıklığa ve yoruma yer bırakmadan, görüşmeleri yeniden başlatmak için sadece bu yöntemin yani şiddetin kaldığını belirterek, sürmekte olan harekete katıldıklarını açıklıyorlardı. Çünkü karşıdakiler bu yöntemi istiyorlardı ve onlarla bu yöntemle konuşacaktı.

Jandarmalar, ticaret merkezine saldıran grupları geri püskürtmeyi güçlükle başardılar. Bununla birlikte, kent merkezlerindeki çeşitli noktalarda, mağazaların, arabaların yakılması, Sainte-Rose Belediyesi'nin işgali, yağmalanıp tahrip edilmesi, Pointe-à-Pitre'de coşku dolu, ateşli barikatlar gibi çok çeşitli hasarlara neden olan gerçek bir öfke patlaması söz konusuydu.

Bu şiddet ve tahribat seli içindeki her şey, genel grev çerçevesinde yer alan harekete katılan protesto göstericilerinden kaynaklanmıyordu. Bazı kötü niyetli insanlar, kendi öz çıkarları, kendi amaçları için kargaşa durumundan yararlanıyorlardı. Bu insanlar arasında bile saldırılarını, baskı güçlerine doğru yönelten gruplar vardı.

Bu gece esnasında, sendikacı Jacques Bino, bir adamın kendiliğinden gelip Bino'nun ölümünden sorumlu olduğunu ifade etmesine rağmen, hala çok da açık olmayan, netleşmemiş koşullarda öldürüldü. Bu ölüm, çok büyük bir duygu tufanını tetikledi çünkü Bino, hem CGTG'nin hem de Akiyo Kültür Hareketi'nin militanıydı. LKP, bütün hareketin onu anması gerektiğine karar verdi. Bu olayın ardından, iki gün boyunca gece ve gündüz cenaze töreni yapıldı.

Bu iki gün boyunca LKP'den bazıları, daha çok sayıda insanın cenaze törenine katılabilmelerini sağlamak üzere barikatların esnekleştirilmesini (militanlar barikatları cenazeye katılacaklar için geçişe açacaklar ama barikatlar tasfiye edilip ortadan kaldırılmayacaktı) talep ettiler. Cenaze töreni, etkileyici büyük bir protesto gösterisine dönüştü. Burada güçlü bir biçimde dayanışma ve saygı duygusu ortaya koyuldu. Öyle ki bu duygu, törende hazır bulunanların hepsini, beyazların ekonomik ve politik iktidarın, baskı ve aşağılamalara karşı birlik duygusuna benziyordu.

Valilik ve patronlar görüşmelere yeniden başlanacağını açıkladı

Vali ve onun arkasında yer alan hükümet, geceleri ortaya çıkan olayların büyüklüğü ve barikatlardaki inatçı direniş karşısında görüşmelerin yeniden başlaması için tekliflerini arttırdılar. LKP, Jego ile birlikte 8 Şubat'ta ortaya konan ön uzlaşmanın, görüşmelerin tek başlangıç noktası olacağını, başka hiçbir koşulu kabul etmeyeceklerini yeniden belirtti. Çeşitli anlık değişikliklerden sonra görüşmeler yeniden başladı.

Bino'yu anma sırasında alınan barikatların esnekleştirilmesi kararı, daha sonra, bütün görüşmeler boyunca sürdü. Ancak bu arada vali, kuşkusuz hükümetin emriyle, benzin istasyonları yöneticilerinin taleplerini karşıladı.

Bir grup yerel büyük kapitalistin isteği olan otomatik istasyonların yerleştirilmesi çok sınırlı oldu ve küçük işletme sahibi benzinciler, istasyonlarını yeniden açmakta kendilerini yeterince güvencede hissettiler. Ancak bu istasyonlarda çalışanların çoğu hala grevde olduğu için benzin dağıtımı çok da düzenli yapılamıyordu. Yer yer, özellikle de valinin el koyma kararını uygulamak isteyen güvenlik güçlerinin müdahale ettiği istasyonlarda, olaylar patlak veriyordu. Vali, apaçık belli ki akaryakıt kıtlığında benzini sel gibi akıtmayı ümit ederek, LKP ve grev karşıtı olanları etkilemek ve yöneticilerin yarattıkları sorunlardan kurtulmak istemişti. Bazı hizmet ve etkinlikler yeniden başlasa da, hareket çok güçlü görünmeye devam ediyordu.

Bu durum, Pointe-à-Pitre'deki mağazaların, Jarry sanayi bölgesinin kapatılması konusundaki görüşmelere katılan heyete eşlik edilmesi, ticaret merkezinde grevcilerin protesto gösterisi yapmaları, otellerin kapalı tutulmasının sürdürülmesi EDF'de (Fransız Elektrik İdaresi) grev gözcülerinin oluşturulması gibi çeşitli durumlar sırasında da birçok defa kendini gösterdi. Bu nedenle benzin satışının devlet müdahalesi ile "serbestleştirilmesi" darbesi, hareketi ne bölmeyi ne de zayıflatmayı başardı. LKP ile bir anlaşma imzalanması beklenirken, okullar kapalı kaldı, toplu ulaşım araçları hareketsiz duruyordu, enerji sektöründe çalışan emekçiler, her an için elektriği kesmeye hazır bekliyorlardı.

Görüşmelerin askıya alınması ücretlere 200 avro zam yapılması üzerine yapılan ve olaylar sırasında katledilen militanı anma amacıyla "Jacques Bino Anlaşması" adı verilen anlaşmanın imzalanmasına kadar sürecekti. Patronların örgütü MEDEF iki nedenle anlaşmayı imzalamayı reddetti. Bu nedenlerden biri, anlaşmanın girişinde sömürgecilik döneminden miras alınan "tarım işletmesi ekonomisinden" söz edilmesiydi. Daha sonra ve her şeyden önce de 5. maddede, 200 avro zammın maliyetinin patronlar, devlet ve yerel idareler arasında paylaştırılması, aşamalı olması, yani, 12 ay boyunca yerel idarelerin payı olan 50 avroyu patronların ve 36 ay boyunca da devletin ödeyeceği payı da, yine patronların ödemesi şart koşuluyordu. İşte bu madde, bugün hala bazı patronların uzlaşmayı imzalamasını engelliyor. Böylece iki adanın en büyük ve en zengin patronlarını bir araya getiren bir kuruluş olan MEDEF, kötü niyetini ortaya koymuş oluyordu. Hatta küçük ve orta ölçekli işletmelerin patronlarının büyük çoğunluğunun, anlaşmayı görüşmeler sırasında imzalamaları, bu durumu daha da belirginleştiriyor.

200 avroluk artış, sosyal rakipleri karşı karşıya getiren ve iki kampı birbirlerine karşı şiddetle karşı çıkmaya, çatışmaya yönelten bir nokta oldu. Çünkü 200 avronun maddi değerinin de ötesinde, patronlar ve aynı zamanda da onların devleti, bu konuda geri adım atmayı istemiyorlardı. Çünkü böylesi taleplerle ortaya konan bu genel grev, emekçiler açısından bir davranış değişikliği anlamına geliyordu: Savunma durumundan saldırıya geçmişlerdi. Onlara, hapı yutturmak gerekiyordu. Ancak bu insanlar devletlerine, onun baskı güçlerine, kurnazlıklarına, politikacılarının entrika ve manevralarına rağmen, amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü bu defa karşılarında harekete geçmiş, ücretli emekçiler sınıfını ve yine harekete geçmiş ve onların mücadelelerine katılmış devasa halk tabakaları bulmuşlardı.

160 maddeyi içeren listenin diğer önemli maddeleri üzerinde, grevciler ve harekete geçmiş kitleler tarafından geniş oranda desteklenen LKP, genel grevi, taleplerin tümüne ilişkin yeterince açık ve net bir anlaşma yapılana kadar sürdürmeyi düşünüyordu. Bu askıya alma, 44 gün sonra, 4 Mart Çarşamba günü gerçekleşti.

20 Ocak'ta grevi kim yönetti, LKP mi?

Daha önce de söylenildiği gibi LKP'nin içinde örgütlenen temel güç UGTG (Guadalup Genel Emekçiler Birliği) idi. Ancak bu örgütlenme yalnız değildi. LKP içinde hazır bulunan 48 örgütün her biri, harekete, ister işyerlerinde bulunma, isterse emekçiler ve halk arasındaki tanınma yönünden olsun, gerçekten katkıda bulundu. Böylece, CGTG(Guadalup Genel İş Konfederasyonu) işçi sınıfı içerisinde UGTG'den daha az bir oranda yerleşik olsa da EDF gibi önemli sektörlerde, örneğin adanın 3 elektrik santralinde, şeker fabrikalarında, sanayi bölgesinin büyük şirketlerinde, sular idaresinde, bazı büyük marketlerde, inşaat sektöründe ve muz üretim alanlarında vardı.

CTU, bazı süper ve hipermarketlerde önemli ölçüde örgütlüydü. Ancak UGTG'nin en büyük gücü, genellikle gençlerin bulunduğu, benzin istasyonları, otelcilik, bekçilik, belediye işleri, süpermarketler, bakım ve temizlik şirketleri, Ticaret Odası ve Abymes Havaalanı çalışanları gibi birçok sektörde çoğunluğu oluşturmasından geliyordu. UGTG son İş Mahkemeleri (prud'homme) seçimlerinden, kullanılan oyların yarısını alarak ezici bir çoğunlukla ilk sendika örgütü olarak çıktı. Onu, oyların % 19'unu elde eden CGTG izledi. Oyların geri kalan kısmını ise geriye kalan bütün sendikalar aralarında paylaştılar.

Hareket LKP tarafından başlatıldı, yönetildi ve devam ettiği sürede de yine onun yönetimi altında kaldı. Guadalup emekçilerinin, gerçek savaşçılıklarının göstergesi olan birçok greve yıllarca tanıklık edildiğine dikkati çekmek gerekir. Bu grevleri, genellikle emekçilerin kendileri başlattılar ve sendikalar da destekleyip eşlik etti. Bu savaşçılığı uyutacak ya da yolundan çevirecek yeterince güçlü hiçbir sendika bürokrasisi bulunmuyor.

Bu durum, Guadalup Komünist Partisi'nin yakın tarihiyle açıklanabilir. Bu parti, 1945'den 1960'a kadar önemli seçim başarıları elde ederek kitleler tarafından kucaklandı. Daha sonra giderek, bağrındaki birçok bölünmeyle yavaş yavaş etkisini kaybetti. Bu durum, inançlı, kendilerini davaya adamış belli başlı yöneticileri ve militanları Guadalup Komünist Partisi'nin üyesi olan CGTG'ye de yansıdı. CGTG, ilk gerilemesini hatta hemen hemen yok oluşunu şeker sektöründe yaşadı: Şeker üretimi fabrikalarında ve tarım alanlarında binlerce emekçinin işten çıkarılmaları söz konusuydu. CGTG 1960'lı yıllar boyunca, daha az mücadeleci bir sendika örgütü olarak göründü. Hatta 1970'li yılların başında, tarım işletmeleri, inşaat sektörü, liman işçileri ve ticari alanda çalışan emekçiler tarafından dışlanıp karşı çıkıldı.

İlk bağımsızlık yanlısı militanlar, CGTG'den kopan militanların da yardımıyla, bağımsızlık yanlıları tarafından etkilenen ve yönetilen ilk sendikaları kurmak için bu hoşnutsuzlara dayanıp, onları kullandılar. Böylece, UTA (Tarım İşçileri Birliği), UGTG (Guadalup'lu Emekçilerin Genel Birliği), daha sonra da CGTC'nin egemen etkisini gösterişli bir biçimde geriletip hastane ve kliniklerde çoğunluğu elde eden Sağlık İşçileri Birliği doğdu. Aynı şekilde, CGTG'nin ticari alandaki sendikaları da eriyordu. Tek dayanan alanlar inşaat işkolu, Elektrik İdaresi (EDF), muz üreten tarım işletmeleri ve son şeker fabrikalarıydı. Guadalup Komünist Partisi'nindeki çeşitli bölünmeler zayıflamayı daha da etkilediler ve bunlara paralel olarak, bu zayıflama CGTG'ye de yansıdı. CGTG, bağımsızlık yanlılarının, sendikaya yaptığı baskıya birkaç yıl boyunca güçlükle dayandı. Daha sonra 1990'lı yılların sonuna doğru (1997-1999) yeniden bir gelişme görüldü.

Bugün var olan bütün sendikalar mücadeleciler. Emekçilerin mücadeleciliği üzerinde fren rolü oynayacak, kendi saflarından çıkan ya da büyük reformist bir partiden doğan, kendilerine özgü politikaları olan aygıtların etkisi altında değiller.

Bu durum tabii ki mücadeleye yardımcı oluyor ve LKP genel grevi başlattığında, bu çağrının; emekçiler ama aynı zamanda bütün yoksul tabakalardaki çok derin bir hoşnutsuzluğa tekabül etmesi yetti. Bunun için her gün sokaklarda, her protesto gösterisine binlerce emekçinin, genç işsizlerin, sosyal yardımlarla yaşayanların, emeklilerin aktığı görüldü.

Genel grev emekçilere ve göstericilere ne kazandırdı?

Patronlar ve hükümet, grevcilerin ve bütün kitlesel hareketin, kendi isteklerine göre yönlenmesi ve başarı kazanmaması için her şeyi yaptılar. Olay ve olguları zamana bırakıp yeterince süründürdüler. Görüşmelere "tartışmaların boyutlarıyla" başladılar. Talep defterinin büyüklüğü ve önemi dikkate alındığında görüşmeleri sürdürmek için genel grevi durdurmanın iyi olacağı fikrini kabullendirmeye çalıştılar. Büyük patronları temsil eden MEDEF, başlangıçta, 200 avro artış gibi bir talebin bütün şirketleri öldüreceğini belirterek; küçük, büyük, orta, siyah ya da beyaz olsun bütün patronları kanatları altında topladı. Ancak, protesto gösterilerinin kararlılığı ve sürekli olarak güçlenmesi karşısında, gerçekliğin farkına varmak zorunda kaldılar: Anlaşmaya varmaları ya da en azından anlaşıyormuş gibi yapmaları gerekiyordu.

Sonra, ilk müzakereler sırasında valinin, daha sonra da Jego'nun gittiği dönem oldu. Daha sonra da Sarkozy tarafından Élysée'de, Fransa'nın deniz aşırı bölgelerinde seçilen milletvekilleri ile düzenlediği "toplantı sineması" gerçekleştirildi.

Uzlaşmaları aksatan kararsızlıklara dağıtmak üzere yapılan girişimlere rağmen grev, güçlü bir biçimde ayakta kalıp sürdü. Bazı noktalar üzerinde esnek davranmaya karar vermek gerekiyordu. Sonuç olarak ücretler konusunda 26 Şubat'ta imzalanan anlaşma, uygulamada hemen hemen Jego'nun kabul ettiği, hükümetinse reddettiği anlaşmanın aynısıydı: 200 avronun bir bölümü patronlar, bir bölümü yerel idareler ve bir bölümü de hükümet (100 avro) tarafından ödenecekti. Ve bu insanların utanmazlıkları açıkça görülüyordu. Çünkü küçük iğrenç oyunları, çok büyük trajik sonuçlar doğurdu. Çünkü talepleri karşılamayı, yerine getirmeyi reddetmeleri, entrikaları, bütün kitlelerin ve grevcilerin öfkesini kışkırtmıştı. Bu ise protesto gösterilerinin daha da ciddileşmesine, sertleşmesine yol açtı. Ve böylesi bir protesto gösterisi gecesinde CGTG'li militan ve Akiyo Kültür Derneği üyesi Jacques Bino öldürüldü.

Barikatların kurulduğu ve savunulduğu gecelerden birinde de başka bir genç bir barikat üzerinde, üçüncü bir genç ağır bir biçimde yaralandı, birçok genç de jandarmalar tarafından bacaklarına açılan ateşle, hareketten ayrılmak zorunda kaldı.

Eğer, 8 Şubat'ta Jego'nun olduğu oturumda oluşturulan anlaşma, iki hafta önce kabul edilmiş olsaydı, bunların hiçbiri olmayacaktı. Ancak büyük patronlardan biri, özellikle de Martinik'in ve Guadaloup'un büyük patronlarının en zenginlerinden, Élysée'ye (Fransa Cumhurbaşkanlığı Binası) kimlik kartı göstermeden her istediği anda girme hakkına sahip olanlardan ve Fillon'u (metnin yazıldığı dönemdeki başbakan) gece yarısı bir şeyler istemek için uyandırma hakkına da sahip olan biri; Hayot bir işaret vermiş olmalıydı.

Bu anlaşma, patronlar açısından büyük bir çaba göstermelerini gerektirmiyordu, çünkü devlet ve yerel yönetimler, 3 yıl boyunca, 200 avroluk artışın yarısından fazlasını üstlenmişlerdi. Ancak patronların kabul etmek istemedikleri, reddettikleri şey; emekçileri genel bir mücadele içinde, saldırıya geçmiş bir biçimde görmekti. Antiller'deki sömürücülerin büyük şefi Hayot, bu çatışmadan, hiç bir biçimde emekçilerin karşısında yenilmiş ve gerilemiş olarak çıkmak istemiyordu.

5 Şubat'tan itibaren, dosdoğru 18. ve 19. yüzyılın büyük köleci tarım çiftlikleri (plantasyon) sahiplerinden gelen büyük patronlar olan Beke'lerin kutsal toprakları, onlara ayrılmış alan olan Martinik'de de büyük bir genel grev hareketi başladı. Bu kabullenilemez bir durumdu. Görüşmeleri, işleri sürüncemede bırakarak grevcilerin morallerini bozmaya cesaretlerini kırmaya çalıştılar.

Ancak grevcilerin kararlılıkları ve kitlelerin verdiği destek öylesine büyüktü ki bazı noktalarda geri adım atmak zorunda kaldılar. Jego Anlaşması yeniden ele alındı. Patronlar %1,6'lık asgari ücret artışı talebi yerine %1,4'lük artışı, diğer ücretler üzerinden de %6'lık artış talebinin yerine %4'lük bir artışı kabul ederek cimrilik ettiler. Benzin fiyatları yeniden düşürüldü. Kira artışlarının dondurulması ve ocak ayı başında yapılan artışların iptali yürürlüğe kondu. Öğretmenler açık kadrolar için 19 eğitimcinin atanması ve başka bazı taleplerini de elde ettiler. Hükümet, MEDEF ücretler üzerinde yapılan anlaşmayı imzalamayı reddedince, anlaşmayı, bütün özel şirketlere de yaymak üzere hukuki işlem yapmaya söz verdi. Ancak emekçiler, hükümetin verdiği söze zerre kadar güvenmiyorlardı. Anlaşmayı, yapacakları grevler ve protesto gösterileriyle "MEDEF'de bir araya gelen patronların şirketlerine" kabul ettirmeye kararlıydılar.

Böylece durum, çatışmaların bittiğinin resmi olarak açıklanmasından sonra bile sürecek yeni bir hareket dalgasına yol açtı. Yeniden "ilerleyen bir hareketin başındaki grev" eylemi görüldü. Yüz kadar grevci, Bino Anlaşmasının (LKP ücretler konusundaki anlaşmaya, olaylar sırasında öldürülen sendikacıyı anmak için bu adı vermişti) uygulanmasını dayatmak için, bütün Jarry endüstri merkezi içinde bir ticari merkezden diğerine, bir otelden diğerine gidiyorlardı.

Emekçiler her yerde gündemdeki "Bino anlaşmasını uygulayın" sloganını tekrarlıyorlardı. Bugün hala inatla karşı çıkan birkaç patron kalsa da bu anlaşmanın uygulanması genelleşti. Hayot'un sahip olduğu şirketlerde bile bu sorunun çözülmesi gerekti. Bugün neredeyse hepsi, anlaşmayı uygulamayı kabul etmiş bulunuyor. Bazıları, bu uzlaşmanın girişinde köleci ekonominin mirasçıları olarak nitelendirilip, kendilerinden böyle söz edildiği için imzalamayı reddettiler. Ama yine de hepsi, 200 avro ilkesini kabul ettiler.

Bilançoya özellikle hizmetlerde, banka hizmetleri maliyetlerinde, su dağıtımı tarifelerinde ve anlaşmada yer alan, değişen ya da değişmekte olan diğer birçok noktayı da eklemek gerekir. Gelecek garantileri olmayan, her an işten atılma tehdidi altında olmayanlarsa iş sözleşmesi elde edemedi ve durumları hala belirsiz. Ancak bu güvencesizler, bugün hala durumlarını iyileştirmek için kararlı bir biçimde harekete geçmiş durumdalar. LKP platformunun ileri sürdüğü bazı noktaları burada ele almak çok uzun olacak ve bu makalenin sınırlarını aşacak. Ancak kısaca birçok alanda iyileştirmelerin sökülerek alındığı, elde edildikleri söylenebilir. Fiyat indirimi uygulanan ürünlerin listesi, henüz yayınlanmadı ancak bu konuda da LKP ve büyük dağıtım firmaları arasındaki görüşmeler, bu görüşmelerin yapıldığı yerlerin yakınındaki göstericilerin protestolarının baskısı altında sürdü. İlk sırada yer alan, önemli gereksinimleri karşılayan 100 ürün grubunu içeren liste üzerinden % 15 ila %20'ye kadar uzanan indirimlerin yapılması bekleniyor.

Sonuç olarak grev, emekçiler ve yoksul kitleler için çok büyük bir başarı oldu. Genel grev, Martinik'de de patronları (Guadalup'taki patronların aynısı) geriletti. Özellikle emekçiler karışında küçümseyici tavırlar takınan, kendilerini beğenmiş Beke'ler geri adım attı.

Hareketin güçlüklerine, uzunluğuna rağmen bu bir başarıydı çünkü grevcilerin bu hareketle elde ettikleri, ayrı ayrı kendi işkollarında tek başlarına yapacakları grevlerle elde edebileceklerinden kat kat, sonsuz derecede üstündü. Ayrıca gerçekleştirdikleri bu büyük hareketle maddi olarak elde edilen talepler, temsil ettikleri büyük, engin gücün bilincine varmalarını sağladı.

Bundan böyle, herkes kendi çalıştıkları şirketlerde, kendi mahallelerinde tek tek olduklarından, çok daha fazla güçlü olduklarını biliyorlar. Elde edilen bu başarı gelecek için çok önemli. Bu genel grev deneyimi, Guadalup'un emekçilerini ve yoksul tabakalarını çok derinden etkileyecek. Yöntem kazanıldığı, kazanılan bu yöntemin artık deneyimlere dahil olduğu ve gelecekte de tekrarlanacağı söylenilebilir. Emekçiler, bunun sadece ilk mücadele olduğunu, dünya çapında var olan krizin, taleplerin, ücretlerin ve fiyat indiriminin yeni koşullara göre yeniden ayarlanmasını gerektireceğini, kinci, intikam almak isteyen patronların, genel grevde elde edilen bütün talepleri, tüm olanakları ve bütün güçleriyle iptal etmeye çalışacaklarını biliyor ve söylüyorlar.

O halde, yeniden harekete geçmek gerekecek, daha iyisini yapmaya çalışarak, ilk hareketin eksiklerini ve hatalarını düzeltmek gerekecek. Emekçiler, öz eleştiri yapmayı bilirler. Emekçiler, zayıflıklarının nerelerde olduğunu görmeyi bilecekler ve gelecekteki genel grevin, daha başka bir düzeyde geçekleşeceği, daha çok şeyi amaçlayacağı ve patronların topluma ve ekonomiye el koymalarını sağlayan hakimiyetine daha da çok, güçlü bir biçimde karşı çıkılacağı söylenebilir. (26.03.2009)