Şili: barbarliğa doğru... barişçil bir yol! (Lutte de Classe (Sınıf Mücadelesi) dergisinin, Ekim 1973 tarihli sayısından çevrilmiştir)

چاپ
1 ekim 1973

Şili'deki askeri diktatörlük, burjuva demokrasisinin görece fırsat verdiği altı ay boyunca işçi hareketinin çeşitli mücadeleler ve sabırlı çabalar sonucu inşa ettiği örgütleri bir ay içerisinde dağıtıp yerle bir etti.

Büyük işçi örgütleri ve sendikalar yasaklandı. Siyasi, ekonomik, kültürel ve yardım dernekleri; hatta en küçük dayanışma birlikleri bile dağıtdı. Son yıllarda siyasi arenada ortaya çıkan ve büyük bir gelişme gösteren yoksul köylü kuruluşları da dağıtılmıştır. Şili toplumunun en yoksul kitlelerinin, en azından en acil ihtiyaçlarını dile getiren konut sorunları komiteleri ve gıda maddeleri sağlama komiteleri de dağıtılmıştır.

Bu dağıtma, sadece basit yasalara dayanarak yapılmamıştır; kanlı bir şekilde olmuştur. İşçi örgütleri çerçevesinde örgütlenmiş bulunan kişiler, sistemli ve vahşi bir şekilde katledildiler. Çevrelerindeki kitleler terörize edildi.

Tanklar sadece örgütlü işçi hareketini değil, aynı zamanda parlamenter demokrasiyi de yok ettiler. Parlamenter demokrasiden

attığı bombalar sonucunda çatısı çöken Moneda (Meclis binası) kaldı. Bina içerisindekiler zorla kovuldular, Meclisin kapılarına otomatik silahlar yerleştirildi. Bu silahlı çetelerin kimseye, hatta kendilerini çağıran merkezci ve sağcı siyasetçilere ihtiyacı yoktu. Orduyu şükranla selamlayıp, ona kurtarıcılığından dolayı minnettar bir el uzatan Hristiyan Demokrat Partisi (HDP) bile, ordunun acımasız demir eliyle karşılaştı. HDP yöneticileri hiçbir işe yaramadıkları gerekçesiyle azledilmeden önce, yaşanan komediye iğrençliği ekleyecek zamanı buldular: "Eğer askerler diktatörlük yoluyla iktidarda kalmayı düşünüyorlarsa barikatlarda, Hristiyan Demokratları karşılarında bulacaklardır" gibisinden laflar ettiler.

Le Monde gazetesi darbenin hemen ardından "11 Eylül askeri darbesi Şili'yi silahlı maceracıların emrinde olan diğer Latin Amerika uluslarının seviyesine indiren klasik bir "pronunciamento"dur" diye yazdı.

Burjuva libarelleri, siyasi alana asker çizmelerinin hakim olduğu bir kıtada, Şili'nin demokratik modelinin komşularındaki siyasi seviyeye

düşmesinden gizli bir tatminkârlık duyuyorlar. Onlara göre geçmiş, bir şekilde şimdiki durumu yakalıyor; yani çok cılız olan demokrasi büyük özel çiftliklere (latifundia'lara) ve askeri darbelere (pronunciamentos'lara) yenilmiş oluyor.

Hayır, yaşlanmış bu toplumun verebileceği en iyi şey Şili'de olduğu gibi bir askeri diktatörlük değildir. Bu onun en çok bilinen, evrensel yanı: Yani süngülerin iğrençce kullanılmasıdır.Askeri darbe, demokrasiyi yaşayacak erginliğe ulaşmamış bir toplumun vücuduna yapılan ve tutmayan bir aşı değil, burjuva demokrasisinin başarısızlığının ta kendisidir.

Şili'de gerçekleştirilen askeri darbe, kendi iç hesaplaşmaları nedeniyle geliştirilen klasik bir pronunciamento değildir. Şili'deki darbenin nedeni, uzun süren bir parlamenter rejim ve bunun gölgesinde gelişen işçi hareketinin, kapitalist sömürünün istendiği gibi çalışmasını engellediği içindir. Kriz şartlarında bu engel -işçi sınıfı-, yalnızca yönetici tabaka arasında bir siyasi çatışma değil, aynı zamanda burjuvazinin egemenlik aracı ordunun işçi hareketine karşı amansız ve ölümcül bir savaşına yol açmaktadır. Bu savaş sırasında ezilmesi gereken düşman işçi hareketidir. Acıma bilmeyen sınıf savaşı, "masum siviller" dahil burjuvazinin toplumsal barış dönemlerinde kurduğu demokratik kuruluşları bile ezmiştir.

Şunu iyi kavramak gerekiyor: Askeri çapulcular, Latin Amerika'nın en güçlü ve örgütlü işçi hareketine karşı amansız bir savaş açtılar ve büyük bir zafer kazandılar.

Eğer birileri daha önceden zafere giden ordunun yolunu açıp zemini hazırlamamış olsaydı, zaferleri bu kadar kesin olmayacaktı ve üstelik büyük bir ihtimalle böyle bir kan dökücü seçeneğe başvuramayacaklardı.

Hiçbir burjuvazi, it sürülerinin dizginlerini tamamen çözüp, onları topluma saldırtıp, toplumsal krizi bildikleri ve istedikleri gibi çözmesine kolay kolay fırsat tanımaz. En gerici rejimler bile, en azından işçi hareketinin bir kısmıyla bile olsa işbirliğine başvururlar. Burjuvazinin, devlet ile işçi sınıfı arasındaki tüm muhattapları yok etmesi, onun için bazı önemli terslikler doğurur. Bunu gerçekleştirebilmek için bir çatışmaya girmesi ve kazanması gerekir; işte bu konuda burjuvazinin hiçbir garantisi yoktur. Böyle bir çözüm, burjuvazinin en son başvuracağı bir seçenektir. Yine de burjuvazi, buna kendini önceden hazırlar.

Şili'deki ekonomik krize kapitalist temellerde çözüm bulmak için önce birçok farklı siyasi çözümlere başvurulmuştu. Parlamenter demokrasi kötüye gittikçe, farklı liberal siyasi partiler çözüldüler; ardından Halk Birliği (Unita Popular) denendi ve sonra da askerler tam yetkiyle başa geçtiler. Fakat her seçenekte çözüm bulmak için uygulanan bir yöntem vardı ve aynı zamanda bir sonraki seçenek için hazırlık yapılmaktaydı. Sonuçta bu seçenekler bir bir denendi ve en sonunda çok sert bir diktatörlük uygulandı.

Burjuvazi ilk başta çizmeli uşaklarının Allende'nin cesedini -ve aynı zamanda Meclisi- çiğneyerek iktidara gelmesini istemiyordu. Fakat ikisini böyle bir seçeneğe hazırlıklı olmaya davet etti. Askerler hazırlık yaptılar. Allende bu hazırlığa karşı çıkmadı ve kitlelere bunu açıklamak yerine, söylevleriyle gizledi.

Tüm farklı çözümler sonuç vermeyince, ordu ile işçi sınıfı arasındaki belirleyici çatışma kaçınılmaz hale geldi. Her ne kadar farklı çözümlerin tarafları son ana kadar çözüm aramış olsalar da, sonuç değişmedi.

Parlamenter rejimin can çekişmesi

Şili'de olup bitenler, toplumsal krizin giderek kötüleşmesinin orduya kendi seçeneğini ve siyasi çözümlerini dayatma olanağı vermiştir. Bu, başka ülkeler için de mümkündür. Şili'deki krizin gelişme nedeni, geri kalmış bir ülkeye emperyalizmin dışarıdan müdahalesidir.

Şili'nin ilk sanayileşmesi, ülkenin temel zenginliklerini oluşturan madenler ve özellikle de bakır madenlerinin biri İngiliz diğeri Amerikan şirketleri tarafından işlenmesiyle başlamıştır. Şili bugün hâlâ tek ürüne dayalı bir üretim yapıyor ve emperyalizme bağımlı bir yarı sömürge ülke konumundadır.

Tüm ülke ekonomisi sürekli bir şekilde dünya piyasasındaki bakır fiyatlarının iniş çıkışlarıyla çalkalanmaktadır. Ülke gelirlerinni yüzde 70'ini oluşturan bakırın yabancı şirketlerin elinde olması, bu bağımlılığı daha da artırıyor. Bu bağımlılık belirleyicidir; çünkü yabancı şirketler elde ettikleri kârların tümünü ülke dışına kaçırmadıklarında bile, ülke içerisinde maden işleyen sanayilerde yaptıkları yatırımlar yoluyla sanayiye tamamen hakim olup, emperyalizme bağımlılığı artırıyorlar.

Şili burjuvazisi, emperyalizmin ona bırakmak lütfunda bulunduğu dar işkollarında gelişebildi. Ekonominin belirleyici işkollarında söz hakkı yoktur. Üstelik ulusal pazarın çok sınırlı olmasından dolayı da gelişememiştir. Bu pazar darlığı hem şehirdeki kitlelerin -özellikle de emekçilerin-, çok düşük olan gelir seviyelerinden hem de kırların büyük çiftlikler şeklinde örgütlenen ağaların egemenliği altında bulunması yüzünden ekonomi gelişememiştir.

Üretim nasıl daha adaletli paylaşılabilir? Kapitalist temellere dokunmadan kapitalist yabancı şirketlere nasıl müdahale edilebilir? Zayıf kapitalist tarım üretimine dokunmadan, büyük tarım çiftlikleri nasıl dağıtılabilir? Toprak ağalarının zenginliklerie el konulmadan yoksul köylüler pazara nasıl katılabilir? Sayıca güçlü olan ve uzun zamandan beri mücadele geleneği ve köklü örgütleri olan işçi sınıfı varken, dışa bağımlılığa son vermek için hangi güçlere dayanmak gerekir? İşte Şili burjuvazisinin içinde çırpındığı sorular bunlardır ve üstelik yeni değildir.

Son tahlilde Pinochet'nin işçi sınıfı hareketinin ve parlamenter sistemin harabeleri üzerinden atlayıp iktidara ulaşılması, burjuvazinin cevap bulamadığı bu sorular karşısında sıkışmasından doğan sınırlı manevra arayışından doğmuştur.

1964'te Hırıstiyan Demokrat Eduardo Frei'nin büyük bir çoğunlukla Cumhurbaşkanı seçilmesinin ve partisinni 1967'de genel seçimleri görülmemiş bir şekilde kazanıp Mecliste mutlak çoğunluğu elde etmesinin ardından, burjuvazi can alıcı iki soruna -bakır madenlerinin devletleştirilmesi (Şilileştirme de deniyordu) ve toprak reformuna-, parlamenter sistem içinde çözüm bulmaya çalıştı.

Hassas toplum dengelerinin bozulmamasını isteyen bu çok temkinli ve ılımlı girişimler başarısız oldu. Frei, ABD'nin dev şirketlerine karşı çıkacak gücü kendinde bulamadığı için onlara tazmınat önermişti. Şili devleti, bu şirketlerin bir kısmını bile -şirketlerin dayattığı koşullarda-, tazminat karşılığında alabilmek için dış borçlanmayı artırmak zorunda kaldı. Bu açıdan İsrail'den sonra ikinci devlet konumuna düştü. Ardından ABD şirketlerinin devasa tazminatlarını ödeyebilmek için, devlet karşılıksız para basarak enflasyonu çok hızlandırdı ve böylece de bedeli halk kitlelerine ödetti. Ekonomik krizi, toplumsal kriz takip etti. İşçilerin istekleri arttı. Grev sayısında aniden ve muazzam bir şekilde artış oldu. İşçi sınıfı, burjuvazini ekonomik bağımsızlık siyasetinin bedelini ödemek istemediği için hareket geçti.

Kırlarda da aynı sorun ortaya çıkar. Frei'nin iki tarafı da idare etme mantığıyla toprak reformu çizgisinde attığı bir kaç adım, yoksul köylülüleri tatmin edeceği yerde çılgına döndü. Hıristiyan Demokratlar köylüleri denetlemek için köylü kuruluşları oluşturdular. Fakat rejimin sunduğu olanaklardan yararlanan köylüler kooparatifler ve sendikalar kurdular.

Böylece, sonraları Allende'yi ezecek olan toplumsal güçlerin hareketliliği başlar. Herşey tamamdır. Hatta net bir şekilde kendini göstermese de, ordunun kendi seçeneğini kabul ettirmek için askeri darbe olasılığını -tehlikesini- gündemde tuttuğu görülüyordu. Bu olgu, emekçilere ve yoksul köylülere karşı ordunun müdahale etmesi sözkonusu olduğunda Şili burjuvazisi ve siyasi temsilcileri onun yanında yer aldılar. Örneğin Frei bu amaçla birkaç kez orduyu yardıma çağırdı. Fakat çatışma Şili burjuvazisiyle ABD emperyalizmi arasında yaşanırken durum daha da karmaşıklaşır. Üstelik genelkurmayın siyasi durumla ilgili tahlilleri burjuva siyasetçilerin tahlilerinin aynısı da değildir.

Çünkü ordu her ne kadar Şili burjuvazisinin, yani egemen sınıfların sömürülenlere karşı bir aracı olsa da, burjuvaziyi tek efendi olarak görmüyordu. Şili ordusu ABD emperyalizminin nimetlerinden daha çok yararlanıyordu. Şili dünyada ABD askeri yardımında en çok yararlanan ülkelerden biridir. Şili ordusunun genelkurmayı, subayları para ve insan ilişkileri bakımından ABD askeri yöneticileriyle sıkı ilişki içindeydi. Aynı askeri eğitimi gördüler, ortak tatbikatlar yaptılar. Hata bazı kadroları aynı eğitimciler tarafından ve aynı yerde eğitildi. Onlara komünist düşmanlığı ve burjuva dünyasının en son çaresinin ABD olduğu öğretildi.

İşte tüm zayıf yönlerini bir arada toplayan cılız Şili burjuvazisinin dramlarından birisi de budur; öz devleti kendi bildiği siyaseti izliyor ve o, devletine egemen değildir. Bu olgu sadece Şili ile sınırlı değildir ve Şili içinse yeni bir şey değildir. Geçen yüzyılın sonunda Başbakan Balareceda, Şili'yi emperyalizmin pençesinden -o zaman söz konusu olan İngiliz emperyalizmiydi-, kurtarmaya çalıştığında, yaklaşık bir yüzyıl sonra tüm orduyu Allende'ye karşı peşinden sürükleyen deniz kuvvetleri tarafından yok edilmişti.

"Siyasete karışmaz" diye ün salan Şili ordusu aslında hem gelişen toplumsal muhalefete hem de buna göz yuman siyasetçilere karşı ve hem de demokratik kamuoyunun oluşturacağı ve sömürülen sınıfların kendilerini ifade edebilecekleri kurumlara karşı tepki göstermek için Allende'nin iktidara gelmesini beklemedi. Ordu, Hıristiyan Demokratların çekingen demokratik girişimlerine karşı açıkça tavır koymamış olsa da, kulislerde buna karşı olduğunu belirtmekten çekinmemiştir. Fakat Tanca alayının ayaklanmasının subaylar tarfından örtbasedilmesi ve hatta açıkça desteklenmesi bir başlangıç sayılırdı. Kılıç, hem işçi sınıfının hem de parlamenter rejimin kafasının üzerinde hazır bekliyordu.

Zıt çıkarları olan toplumsal güçlerin karşı karşıya gelmesi sonucunda parlamenter düzen çatırdamaya başladı. Hükümetteki ekibin dağılmaya başlaması -ki bu tüm düzenin de dağılmasıydı-, kendini seçim alanına yansıttı. Genel seçimlerin ardından "30 yıl daha iktiardayız" diye açıklamada bulunan bir HDP yetkilisi, artık seçmen tabanın kaybetmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hezimete uğraması ise, bir önceki belediye seçimlerindeki eğilimin devamı olmuştu.

Halk cephesi ve askeri diktatörlük: Krizdeki burjuvaziye iki çözüm

HDP adayı Rodamiro Tomic'in cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki yenilgisi, bu partinin yıpranmasının bir deliliydi. İşte, ancak bundan sonra burjuvazi Allende ve Halk Birliği'nin sunduğu çözümü kabul etti.

Şili burjuvazisi Allende'nin devletin başına geçmesine şaşmamıştı. Burjuvazi ne anayasasının ne seçim sisteminin ne de Halk Birliği'nin bir oldu bittisine kurban oldu. Allende'nin seçim zaferi tartışılmazdı. Fakat bu sonuç onun doğrudan Başkan olması için yeterli değildi.

HDP'nin çöküşünden sonra -bu daha önceden belliydi-, farklı çözümler ve planlar hazırlanmıştı. Fakat bu olasılıklar gerçekleşmeden son buldu. HDP kendi içinden bir "sol" kanat yaratıp onu öne çıkartmış fakat bu da imaj tazelemeye yetmemişti. Sağcı bir siyasetçi olan Alessandri'nin, seçimlerde partiler üstü bir Bonaparte olma girişimi de başarsız olmuştu. Ne Alessandri'nin babasının eski bir cumhurbaşkanı olması ve devletin üst düzeylerinde birkaç yıl görev yapmış olması ne de seçim kampanyasında her telden çalmış olması bir sonuç vermedi. Çünkü Bonapartlar sipariş üzerine oluşmazlar.

Alessandri'nin ne olduğu açıkça ortaya çıktı: Hiçbir becerisi ve etkisi olmayan, onun için yaratılmak istenen şöhretin yükselmeye başlamasının ilk aşamasında çökmesiyle, seçimlerde ancak yüzde 34.9 oy alarak Allende'nin gerisinde kalmıştı.

Seçimlerde kimse mutlak çoğunluğu elde edememişti. Artık söz, solun azınlıkta olduğu meclise aitti. Matematik açıdan Alessandri mecliste çoğunluğu elde edebilirdi. Fakat gündemde olan açık meclis oyunları değildi. Hatta Alessandri'nin, önce meclis tarafından seçilmesi ve hemen ardından istifa edip yeniden seçimlerin yapılması ve bu defa sağın Frei'in etrafında birleşerek kesin bir şekilde kazanma önerisi bile kabul görmüyordu.

Onlara göre çözüm artık meclis çerçevesindeki pazarlıkları aşmıştı. İşçi sınıfını ya evcilleştirmek ya da ezmek gerekiyordu.

Sağ da dahil, burjuvazinin hizmetinde olan siyasetçiler onun için gerekli seçeneği yaptılar: Allende denenmelidir.

Şili Komünist Partisi'nin de katıldığı bir sol partiler koalisyonunun Allende başkanlığında hükümet olmasını kabul etmek aynı zamanda belirli bir siyaseti de kabullenmekti. Tabii ki bu, yine de burjuvaziye hizmet etmesine rağmen sıradan bir siyaset değildi. Bu siyaset reformist, sosyal demokrat veya Stalinist örgütler tarafından işçi sınıfının evcilleştirilip, ona dayanarak sermayenin çıkarlarını savunmak için örgütlü işçi hareketini tamamen devlet aygıtlarına bağlamaktır.

Bu siyaset gelecek için iki seçenek sunuyordu: Ya sol, kitleler seviyesindeki itibarını ve işçi hareketinin militan ve özverili kadrolarını kullanarak emekçilere, yoksul köylülere, evsiz barksızlara ve tüm halk kitlelerine gereken fedakarlıkları kabul ettirecektir; ki bu durumda burjuvazi -ek bir ikramiye olarak- dizginlenmiş ve evcilleştirilmiş kitlelerin gücünü kullanarak ABD emperyalizmine karşı daha az bağımlı kalacaktır. Ya da sol yıpranıp işçi sınıfının moralini bozacak, onun tepkilerini azaltacak, direnme gücünü zayıflatacak ve sonuçta da işçi sınıfının toplumdaki diğer sınıfların gözünden düşmesine yol açıp, işçi hareketinin toplumsal krize çözüm getirmekten aciz olduğu göstermeye yarayacaktır.

Halk Birliği, yani işçi hareketinin evcilleştirilmesi ya da işçi hareketinin tamamen yok edilmesi; işte derin bir toplumsal krizle karşı karşıya kalan burjuvazinin son kozları bunlardır. Burjuvazi diğer çözümlerin başarısızlığı nedeniyle ve başka seçenek görmediği için ilk seçeneği kabul etmişti ve ordu ile aşırı sağa da ikinci seçeneği hazırlama fırsatını tanıdı.

Halk Birliği askeri diktatörlüğün zeminini hazırladı

Aşırı sağ ve ordu sürekli bir şekilde kendi çözümlerini hazırladılar. Bunu Frei yönetimde de yapıyorladı. Allende döneminde de devam ettiler. Ordu genel kurmayı Allende'nin iktidara gelmesini engellemedi, fakat belirleyici bir siyasal rol oynayacağını bildiği için solun ve onunla birlikte tüm parlementer rejimin yıpranmasını bekledi. Aşırı sağ ve ordu, yaşanan son deneyimler itibarıyla örgütlü bir işçi hareketi ile kapitalist sömürünün varlığını sürdürebilmesi arasında bir uyuşmazlık olduğunu düşünüyordu. Ordu genelkurmayı, örgütlü işçi hareketinin kesin bir şekilde ezilmesini asli görevi kabul ediyordu. Burjuvazi ise ona görevin ne olduğunu gösterdi ve gereken imkanları sağladı. Bunu yapmak için en uygun zamanı seçmek ise genel kurmaya kalmıştı.

Derinden gelen darbe hazırlıklarının yankılarından herkes haberdardı. Allende de bundan haberdardı. Fakat bu iki rakip -farklı iki sınıfı temsil ettiklerinden dolayı değil-, farklı iki seçeneği, yani birisi askeri çözümü temsil ettiği için diğerini dışlıyordu ve de galip gelme şansları eşit değildi. Ordu ve özellikle aşırı sağ hiçbir çekincesi olmadığı için en iğrenç yöntemlere baş vurmaktan çekinmiyordu. Allende için durum aynı değildi.

Allende burjuvazinin sorumlu bir politikacısı olduğu için yapabileceği tek şey saldırıları bekleyip, her saldırı yapıldığında karşı koymaya çalışmaktı. Bir ön tedbir olarak orduya karşı radikal bir şekilde harekete geçemezdi, çünkü ordu, onun dayanak noktası idi ve burjuvazinin kaburga kemiğini oluşturuyordu. Aşırı sağa da saldıramazdı, çünkü aşırı sağ, krizin çok büyük boyutlara ulaştığı bir ortamda Şili burjuvazisinin son yedek gücü idi.

Allende patlamaya hazır bir yanardağın üzerinde sihirbazlık yapmaya çalışıp mümkün olmayını yapmaya çalışıyordu: Şili burjuvazisinin çıkarlarını en iyi savunan siyasetin kendi siyaseti olduğunu burjuvaziye kabul ettirmeye çalışıyordu.

Can alıcı olan toprak reformu konusunda Allende'nin "Şili usulü" diye adlandırdığı siyaset ile Frei siyaseti arasında bir fark yoktu. Her ne kadar Allende, Frei'nin sahip olmadığı örgütlü işçi hareketine sahip olmuşsa da, siyaseti Frei'ki kadar korkaktı. Bu korkaklık kişisel değil sınıfsaldı: Şili burjuvazisini temsil eden siyasetçilerin tümü -en radikal olanlar dahil- ABD emperyalizmine herhangi bir konuda karşı gelmekten korkuyorlardı.

Halk Birliği hükümeti, mecliste Hristiyan Demokratların ve tüm sağın desteğiyle bakır madenlerini devletleştirme kararını aldı ve diğer belirleyici sanayi kollarının denetimini ele geçirmeyi amaçlıyordu. Fakat Allende, ABD emperyalizmiyle uzlaşma siyasetini güttüğü için -ki Allende iktidarda olduğu dönem hep bunu yapmıştır-, devletleştirmeden etkilenen sadece "ulusal" kapitalistler olmadı; birçok ABD şirketine çok büyük tazminatlar ödendi. Yabancı hissedarların denetledikleri veya payları olan şirketlerin hisseleri satın alındı. Hatta hükümetin tazminat karşılığı satın almayı kabul etmediği bakır madenlerine bile -çünkü hükümetin de hatırlattığı gibi bu madenlerden yabancı şirketler değerlerinin birkaç katı kâr elde etmişlerdi- el konulmamıştı; hükümet böyle birşeye karşı olduğunu hatırlatıp ABD maden şirketlerinin eski borçlarını bile üstlenmişti.

Çok övündükleri devletleştirmeler bile, ABD'ye karşı çıkıp elde edilen bir zafer değildir; onunla uzlaşarak, yani Şili devletinin bir milyar dolar gibi büyük bir tazminat ödemesi sonucunda (ki bunun 735 milyonu sırf Anaconda ve Kennecott isimli ABD bakır şirketlerine ödenmişti) gerçekleşmiştir.

Anlamlı bir karşılaştırma örneği vermek gerekirse 1 milyar dolar 1970'de tüm özel sektör çalışanlarına ödenen ücretlerin tam iki katıdır. Bu örnekte Halk Birliği'nin iki yüzü açıkça ortaya çıkıyor: Emperyalizme ve emekçilere karşı olan yüzü.

Burjuvazinin kilit sanayileri denetlemek için harcadığı paralar dış borçları daha da artırıp enflasyonu hızlandırmıştır. Halk Birliği hükümeti, Frei hükümetinden de beter bir şekilde, faturayı emekçilere ve küçük burjuvaziye kesti.

Tabii ki, enflasyon esas olarak geçmişteki hükümetin mirasıydı. Fakat Allende'nin uyguladığı ekonomik siyaset, yani aldığı veya almak istemediği bazı kararlardan dolayı enflasyonu azdırdı.

Devletleştirilen şirketlere tazminat ödendi, semayelerini ülke dışına kaçıran burjuvalara karşı hiçbir önlem alınmadı; büyük çiftliklerin (latifundiya) -ama sadece 40 hektardan fazla olanlar- toprak reformu çerçevesinde dağıtıldı; fakat sanayi aletleri ve hayvanlar konusunda önlem alınmadığı için, bu malların sahipleri bunları ülke dışına kaçırıp tarım ürünlerinde kıtlık yarattılar.

Tüm bu enflasyon nedenlerine ek olarak da ABD baskılarını artıtıp uluslararası finans kuruluşlarının Şili hükümetine kredi vermemesini dayattığı için mali kriz de çok hızlandı: Temmuz 1972 ile Temmuz 1973 arasındaki enflasyon yüzde 340'a çıktı.

Enflasyon emperyalizme karşı olan korkaklığın ve onun da ötesinde hükümetin ekonomik siyasetinin sınıf kararterini -ki bu da hızlı bir şekilde siyasi hayatın köşe taşını oluşturacaktır-, ortaya koyuyordu. Çünkü enflasyon tarafsız bir olgu değildir. Toplumun farklı sınıflarını ve tabakalarını aynı şekilde etkilemiyor. Enflasyon kurbanı olan kitlelerin yaşam şartlarının kötüleşmesi karşısında demagoji ve büyük lafların fazla etkisi olmuyor. Allende deneyiminin ilk başlarında -en iyi şekliyle- seyirci kalan küçük burjuvalar, esnaf, zanaatkarlar, küçük işverenler Halk Birliğinin siyasetini değerlendirmek için kasalarındaki gidişata bakıyorlardı. Gerçek gelirlerinin gittikçe eridiğini görünce ve hükümetin bulantıcı uygulamalarına tabii tutulunca tepeleri attı. Çılgına dönen küçük burjvalar Halk Birliği'ne ve onun da ötesinde işçi hareketine karşı tavır aldılar. Çünkü hükümet kararları -ki bu kararlar açıkça orta sınıfların çıkarlarını baltalıyordu-, işçi sınıfı namına alıyordu. Artık bundan böyle bir sınıf, küçük burjuvazi tümüyle sola karşı tavır almıştı ve bu da sağ için bir malzeme oldu.

Enflasyonun kurbanı olan emekçilerin de bazen tepkileri çok şiddetli olmuştur. Fakat hükümette olan işçi liderlerinin yürüttükleri siyaset işçi sınıfı adına yapıldığı için genelde işçi sınıfı şaşkınlığa düştü ve hatta aciz kaldı.

Allende hiçbir çözüm üretemeyip bir sürü sorunlarla karşı karşıya kaldı. Aşırı sağın yönettiği küçük burjuvazi, grevlere ve sert eylemlere baş vurunca Allende paniğe kapılmış bir zavallı oldu.

Artık Allende'nin siyasetinin iflas ettiği açıkça ortaya çıkmıştı. Fakat buna rağmen ümitsizliğe kapılmış bir şekilde burjuvaziye ve orduya utanç verici bir şekilde yalvarmaya başladı.

Askerlerin Allende hükümetine katılmasından itibaren ve de gürültülü bir şekilde ayrılmalarına kadar -bu arada yaptıkları başarısız darbe girişimleri hatırlanmalıdır-, Allende düşüşe doğru gidiyordu. Bu düşüş kaçınılmaz bir şekilde askeri darbenin akıttığı kanlar içerisinde mi gerçekleşmeliydi?

Allende'nin öldürülmesinden bir gün önce bir referandum önerisinde bulunduğunu biliyoruz. Krizden parlementer çerçevede bir çıkış yolunu amaçlıyordu. Çünkü Cumhurbaşkanlığı seçimlerine daha çok zaman vardı. Eğer yapılacak olan bu referandumda Allende kazanmış olsaydı, yeni bir otoriteyle devam edebilirdi. (İşte belki de ordu bu olasılığı engellemek istedi). Allende eğer başarısız olsaydı, bu vesileyle siyaset sahnesini terk edip parlementer yolu tıkamamış olurdu. Burjuvazi, işçi sınıfının yeteri kadar moral bozukluğuna uğramamış ve Sol'un da yeteri kadar yıpranmamış olduğuna kanaat getirdiği için mi, Allende'nin boynu bükük bir şekilde hükümetten ayrılmasını istememişti?

Belki de ordu, örgütlü işçi hareketinin kökünü kazımak ve bu vesileyle de parlementer düzene son vermek için kendi başına karar verip bu kararını burjuvaziye dayatmıştır? Yani başka bir deyişle yeniden bir defa daha tarihte askeri güçler burjuvaziyi ona rağmen kurtarıp bu fırsatla siyasi iktidarı ele mi geçirdiler?

Sonuçta bu sorulara verilecek olan cevaplar talidir. Kesin olan şudur ki, ordu Frei iktidarı döneminden beri kriz karşısında burjuvaziye kendi siyasetini, yani çözümünü -ki bu da tüm işçi örgütlerinin ve parlementer aygıtların yok edilmesi demektir- dayatıyordu. Kesin olan başka birşey de şudur: Her ne kadar da solun iktidara gelmesi askeri darbenin temel nedeni olmasa bile -Arjantin'li Peron, her ne kadar da Musolini hayranı da olsa, yarın, eğer denetlediği sendikalar aracıyla işçi sınıfını dizginleyemezse askeri darbeyle devrilebilir-, iktidara gelen sol, işçi sınıfının moralini bozup ve de diğer halk kitlelerini ona karşı düşman duruma getirdiği için ordunun müdahalesine gereken azami şartları oluşturmuştur.

Emperyalizm karşısında askeri rejim

Allende iktidarı Şili burjuvazisinin ABD emperyalizmi karşısında biraz daha bağımsız davranabilmesini sağlamak istiyordu. Fakat Şili burjuvazisi için, sömürdüğü sınıflara karşı iktidar aracı olan kendi ordusu -en azından genel kurmay seviyesinde- Allende ve Frei gibi "sivil" siyasetçilerden çok daha fazla emperyalizme bağlıydı. Bu olgu aslında tüm geri kalmış ülkelerdeki burjuvazilere ait bir olgudur. Çünkü emperyalizm ve kendi sömürülen sınıflar, örs ile çekiç arasında sıkışmış gibidirler.

Ulusal burjuvazinin kendi sömürülen sınıflarına karşı iyi donatılmış, iyi eğitilmiş güçlü bir orduya ihtiyacı vardır. İşte emperyalizm ona bu amaçla yardım ettiğinde bile, bunun bir karşılığı vardır. ABD emperyalizmi sadece askeri yönden iyi yetişmiş kadrolarla yetinmez, aynı zamanda da bunları kendine çok sadık kılar. Geri kalmış ülkelerdeki ordu hem burjuvazinin hem de emperyalizmin sömürülenlere karşı bir baskı aracıdır. Fakat çoğu zaman da emperyalizmin yerli hakim sınıfları da denetleme aracıdır.

Şili askeri cuntası burjuvaziyi "kaostan" kurtarmıştır. Fakat aynı zamanda ilk yaptığı şey devletleştirilmiş olan Amerikan şirketlerine tam tazminat ödemek ve "marksist örgütleri" yok edip emperyalizm karşıtı siyaset öneren tüm güçleri susturmak olmuştur.

Parlementer hayatın var olmadığı geri kalmış ülkelerde toplumsal ve siyasi çekişmelerin hiçbir demokratik ifadesi olmadığı için çoğu zaman bu olgu ordunun içerisinde yaşanıyor.

Şu anda Şili devleti yalnızca ordu tarafından temsil edildiği için, hiçbir toplumsal tabanı yoktur. Ordu iktidarı hiçbir şekilde paylaşmak istemediği için, muhalefet olabilecek tüm toplumsal güçleri yok etmektir. Şimdi ordu için gündemde olan gülümsemeler değil katliamlardır. Hatta bu onun darbesini alkışlayan orta sınıflar için de geçerlidir. Askeri cunta sadece Washington'nun hoşuna gitmek için gayret sarfediyor.

Önümüzdeki dönemde işçi hareketi tehlikesi gündemde olmayacağı için rejim istikrara kavuşup toplumda destek noktaları bulacaktır. Ordu kaçınılmaz bir şekilde yerli büyük ve küçük burjuvazinin toplumsal dayatmalarıyla karşılaşacaktır. Bu dayatmalar karşısında ne kadar duyarlı olacaktır ve burjuvazinin emperyalizmden farklı olan çıkarlarını nasıl ifade edecektir? Ordunun yönetimi -daha önce bazı Latin Amerika ordu yönetimlerinin yaptıkları gibi- Allende gibi ABD'den uzaklaşma siyasetine doğru mu gidecektir? Yoksa cunta veya onun devamı bu defa, daha bağımsız bir siyaset hedefleyen klasik bir askeri darbe sonucunda iktidardan uzaklaştırılıp yerine ordunun ve devletin başına başka kişiler mi gelecektir?

Bugün bu sorulara cevap vermek mümkün değildir. Sonuçta ulusal burjuvazinin şu andaki tek seçeneği, ABD ile olan çıkar çelişkilerinde bile ordunun ona olumlu yaklaşmasını ümit etmektir.

Burjuva devletinin yıkılması emekçiler için bir ihtiyaçtır

Allende başarısızlığını hayatıyla ödedi. O sorumlu bir burjuva siyasetçisi olarak yaptığı siyasi seçeneğin tehlikelerini biliyordu ve buna bilinçli bir şekilde karar verdi. Fakat yarattığı umutlar ve hayaller, salt ona güvenme suçunu işleyen binlerce emekçinin de hayatına mal olmuştur.

Binlerce emekçi, sosyalizmin barışçıl yoldan, yani salt seçimlerle solcuları iktidara getirmekle mümkün olduğuna inandıkları için bunun bedelini hayatlarıyla ödediler.

Bu yol sosyalizme götürmediği gibi hiç de barışçıl olma olanağına sahip değildir. Emekçiler kavgaya hazır olmadıklarında bile, burjuvazi kavga için hazırlanıyor. Burjuvazi paraya acımadan baskı için gerekli olan, örgütlü ve yetenekli kadrolar yetiştiriyor. Burjuva siyasetçileri gerektiğinde işçi sınıfının güvenini kazanmak için demagojiden çekinmiyorlar. İşler ciddileşince korkakça davranıyorlar, ama bu onlar için önemli değildir, çünkü kriz koşullarında belirleyici olan onlar değildir. Bu siyasetçiler ister bakan, ister devlet Başkanı olsunlar, birer süsten ibarettirler; çünkü esas iktidar onların ellerinde değildir. Gerçek iktidar seçimlerin belirsiz kaderinde değil, baskı organlarını oluşturan genel kurmay üyelerinin ellerindedir.

Eğer emekçiler sosyalizme giden yolu açmak istiyorlarsa işte bu kişileri ve bu aygıtı zararsız hale getirmelidirler.