Krizdeki kapitalizm ve devlet müdahaleciliği

چاپ
13 Ekim 2021

(Lutte de Classe - Sınıf Mücadelesi - , N ° 220 - Aralık 2021 -)

* * * * * * *

Koronavirüs pandemisi ve bunun sonucunda ortaya çıkan sağlık krizi, yalnızca kapitalist ekonomideki krizi daha da derinleştirip kötüleştirmedi. Aynı zamanda, onun evriminin derin eğilimlerini daha da belirgin kıldı.

Patronların hükümet önlemleriyle tamamlanan saldırgan tavrı, işçi sınıfına ne beklemesi gerektiğini söylüyor. Ama aynı zamanda işçi sınıfının toplu mücadele yoluyla kendini savunması, sefalete ve yozlaşmaya itilmek istemiyorsa karşı saldırıya geçmesi gerekiyor.

Son iki yılın bilançosuna, en güçlü tröstlerin sürekli ve hatırı sayılır ölçüde güçlenmesi ve büyük burjuvazinin zenginleşmesi hakim oldu. Les Échos (Yankılar iktisat gazetesi), (29 Temmuz 2021) gibi büyük burjuvazinin çıkarlarına kendini adamış bir gazetenin, bundan korkan ifadesini kullanmak gerekirse : "Korkutucu mali performanslar bulunuyor. Sağlık ve ekonomi krizlerinin tam ortasında, Amerikan teknolojisinin devlerinin, rekorlar kırdıklarını ve milyarlarca dolar biriktirdiklerini görmek Covid pandemisinden önce Gafam'ın (GAFAM, Google, Apple, Facebook, Amazon ve Microsoft gibi dijital pazara hakim olan, Büyük Beş'ler diye de anılan Web devleri Amerikan firmalarına verilen adın kısaltması - Vikipedi) gücünün orantısız olduğunu söyleyenleri endişelendirmeye yeterli. [...] rakamlar kesindir. Sadece Google, Apple ve Microsoft kendi başlarına, son üç aylık dönemde karlarını neredeyse ikiye katlayarak, haftada 5 milyardan fazla vergi sonrası kar elde ettiler! Devasa olmalarına rağmen, bu devler, işe daha henüz başlayan yeni bir şirket gibi değerli bir büyüme oranını ek kazanç olarak koruyor."

Ve sadece bu üç Amerikan tröstü de sözkonusu değil. Yine Les Échos ama bu defa 22 Temmuz tarihli gazeteden alıntı yapılırsa : "Derecelendirme kuruluşu Moody's'e göre, Avrupa, Orta Doğu ve Afrika (EMEA) bölgesinde, şirketler 2020 yılında 1 trilyon 300 milyar avro para biriktirdi. Bu rezervlerin büyük bir kısmı, toplamın % 37'si olan nakit 491 milyar avroyu elinde bulunduran 25 büyük şirkete ait. "

Bu devasa meblağlardaki spekülasyonlara girmeyenler, şirket satıl alıp bunları içiçe geçirip büyütmr operasyonlarına yöneliyor. Hatta Les Échos (1 ve 2 Ekim 2021), "2021 yılına şirket satın alma ve yine şirketlerin birbiriyle birleşmesi tarihinin küresel sağlamlaşmasının en büyük dönemi olması damgasını vurdu. Eylül ayının sonunda, dokuz ayda 4 trilyon 360 milyar dolardan fazla anlaşma imzalandı." diye yazıyor. Bu "4.218 milyar dolar ile 2015 yılındaki rekoru şimdiden yerlebir eden bir rakam." diye de ekliyor.

Günlük ekonomik gazete iş dünyasının bu satın alma ateşinin "özel sermaye fonları tarafından daha da abartıldığını" ekleme ihtiyacı hissetmesi sözkonusu, çünkü bu birleşmelerde bile spekülasyon önemli bir rol oynuyor.

Ancak, yoğunlaşma esas olarak mali olsa bile, şirketleri ilgilendiriyor, yani artı değerin üretildiği yer ile ilgileniliyor. Spekülasyon, her zaman olduğu gibi,

kapitalist sınıfın toplam artı değerinin dağılımında kimin kayırılacağını belirlemek için sonuçlara sahipse, bu son çare olarak artı değer üreten şirketlerden yani işçilerin sömürülmesinden geliyor.

Bu yoğunlaşma hareketi tam olarak kapitalist ekonomideki krizlerin işleyişidir : ekonomiyi daha az verimli ve kârlı şirketlerden kurtarmak ve en güçlü kapitalist grupların yararına yapmak, dünya ekonomisi üzerindeki ağırlıklarını her zaman daha da fazla arttırıyor.

Devletler bu birikimde önemli bir rol oynamaktadır. Macron'un "ne pahasına olursa olsun" tavrı, tüm emperyalist devletlerin ortak tavrı oluyor. Kapitalistlere yapılan devlet yardımlarının karşılığı, bütün devletlerin borçlanmalarında bir patlama olarak ortaya çıkıyor.

Bu defa 24 Temmuz tarihli Le Monde (Dünya Gazetesi) gazetesi "Avrupa kamu borçları rekorlara ulaşıyor" ifadesini ileri sürüyor. Eurostat tarafından yayınlanan rakamlara göre, ilk üç aylık dönemin sonunda, avro bölgesindeki kamu borcu gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 100,5'i ile zirve yaptı ve ilk kez yüzde 100'ü geçti. Fransa'da [...], bir yıl önceki % 100.8'e kıyasla, GSYİH'nın % 118'ine ulaştı. Almanya'da GSYİH'nın % 71,2'si ve İspanya'da % 125,2'si olarak gerçekleşti. İtalya'da (%160) ve Yunanistan'da (%209) % 150 sınırını geçti. [...] "

Ve bu hatırı sayılır büyüklükteki nakit paranın sadece çok kısmî bir miktarı üretime yatırılıyor. Ancak, paranın dönmesi ve her şeyden önce kazanması gerektiğinden, barındırdığı kalıcı mali çöküş tehdidine rağmen spekülasyonlar önemli ölçüde arttırılıyor.

24 Temmuz'da Le Monde'da yayınlanan önemli bir makale, "uzun süre hassaslaşıp zayıflamış bir ekonominin hayaleti"ne ayrıldı. Bu makale, salgın yeniden tırmanırken, birçok burjuva iktisatçısının şimdiye kadar öncelik verilen senaryoya, yani bir defaya mahsus anlık bir şok ve ardından 2020'den önceki duruma dönme durumuna artık inanmadığı gözleminden yola çıkıyor.

Pandeminin "kırk yıllık sorgulamadan, sorulardan sonra Devletin rolünü rehabilite ettiği, saygınlığını yeniden kazandırdığı" gözlemi, Le Monde'un tutumunu ifade ettiği ekonomistleri ve işadamlarını, pandemi sırasında koşullara bağlı olarak uygulanması gereken Devlet müdahalesinin uzatılmasını önermeye yöneltiyor. "Bir salgından, endemik (bir hastalığın belirli bir bölgede sürekli kalıcı olması) duruma geçildi. Büyümeye daha az darbe vuruyor ancak eşitsizlikler, tasarruf, işletmeler ve haneler üzerinde başka etkileri de bulunuyor... Çünkü bu sürüyor. " Ve geleceği şöyle öngörmek için : " Kriz, konut, eğitim ve sağlıkta ilgili yeni güvencesiz yaşam ve iş koşulları biçimlerine yol açtı." Bu sadece bir tahmin değil. Burjuvazinin işçilere karşı saldırı planının ana hatlarını oluşturuyor.

Başka bir ekonomik yayın olan Revue d'Economie Financière'in (Finans Ekonomisi Dergisi) ifadesi kullanılacak olursa : "Az önce tanımladığımız gelişmeler [...] bu yüzyılın başında dünyayı sarsan siyasi ve sosyal değişimlerle yankılanıyorlar. [...] Pandemi ise onları sadece daha da kötüleştirdi. "

Macron'un kısa bir süre önce açıkladığı "Fransa'nın 2030 yılı yatırım planı" bu gelişmelerle yankılanıyor. Duyuru açıkça Macron'un başkanlık seçim kampanyasının başlangıcı. Ancak, kapitalist sınıfın, Macron'un seçim hırslarının ötesinde, gelecek için kâr vaat eden sektörler hakkında bir endişesi var : nükleer endüstri, hidrojen, bataryalar, elektronik çipler. Les Echos'un başyazısı, "En iyi yatırım" başlığını atıyordu. Ve hepsinden önemlisi, yatırımların Devlet tarafından finanse edilmesi de buna eklenmeliydi.

"Dünyayı sarsan bu siyasi ve toplumsal değişimler", işçi sınıfı tarafından büyük burjuvazinin krize rağmen ya da daha doğrusu krizden yararlanarak kendisini daha da zenginleştirmesi için ödenen bedel olan sömürünün şiddetlenmesinin özetidir.

İşverenlerin saldırısı, işi olanlar veya işsizlik ya da yaş nedeniyle işçi sınıfının dışında kalanlar da dahil işçi sınıfının bütün bileşenlerinin satın alma gücünü azaltmak için alınan hükümet önlemleriyle birleşiyor. Çalışanlar için, üretim şeridinin hızının arttırılması, disiplinin ağırlaşması, cezaların katlanarak arttırılması, daha az emekçiyle daha çok üretimin yapılması gibi uygulamalar gerçekleştiriliyor. Ve hepsinden önemlisi, üretimin iyi örgütlenemediği veya kısmi işsizlik gibi bir nedenle kesintiye uğradığı bir dönemden sonra, şirketlerde kimin patron olduğunu hatırlamak da sözkonusu. Resmi ücretleri dondurmaya ek olarak, gerçek ücretleri düşürmenin bir çok yolu da bulunuyor (ikramiyelerin ödenmemesi, daha düşük ücretli fazla mesai vb.).

Yenilenmeyen geçici sözleşmelerin sayısı artıyor, işten çıkarmaların sayısı duyurulan işten çıkarma planlarını çok çok aşıyor. Geçmişte uygulamaya konan bir kaç yasal koruma tedbiri birbiri ardına kaldırılıyor. İşçi sınıfının koşulları, II. Dünya Savaşı'nın öncesindeki yıllara geriliyor.

Burjuvazinin saflarında yer alan iktisatçıların, pandemiye ve devletin bu süre içinde ekonomiye müdahale etmesine krizdeki kapitalizmi kurtarmak için bir güç

atfetmeleri yaygın ve uygun bir davranış . Burada yine pandemi neden değil, bir gerçekliğin ortaya çıkması oluyor. Öyle bir gerçeklik ki, varlığı çok önceki tarihlere dayanıyor.

Devletin kapitalist ekonomideki rolünün burjuvazinin asalaklığını göstermenin ötesinde, Troçki'nin 1940'li yılların başında gözlemlediği ve dile getirdiği gibi daha temel nedenler bulunuyor : "Toplumsal krizin keskinliği, güncel durumda, üretim araçlarının yoğunlaşmasının, yani tröstlerin tekelinin değer, piyasa yasası, pazar ekonomik ilişkilerini dengeleme yeteneğine sahip değil. Devlet müdahalesi mutlak bir zorunluluk haline geliyor. " Alıntılanan metinin tarihi 1940. Burjuvazinin 1929 çöküşünü izleyen bunalım yıllarında, ekonomisinin çöküşünü önlemek için farklı siyasi yöntemler deneme olanağı buldu.

Değişik emperyalist ülkelerdeki durumların çeşitliliğinin ötesinde, Mussolini'nin İtalya'sında ve Hitler'in Almanya'sında faşizmin devletçiliği, "hem özel mülkiyeti kurtarma hem de onu kontrol etme girişimi" (Troçki), ve ABD'de Roosevelt'in (çeşitli ara değişkenlerle) New Deal (Yeni Düzen) programının devletçiliği arasında bölündüler. Bu iki yolun uzandığı yer farklı olsa da, iki yol önce savaş ekonomisine - her şeyini ordu için feda ederek-, daha sonra da II. Dünya Savaşı'na yol açtı.

Bu "Devlet müdahalesi"nin "mutlak gerekliliği", kapitalist ekonominin krizini ifade eden, temel olarak birbiriyle çelişen aynı gerçekliğin iki ayrı görünümünü yansıtıyor : ekonomik gelişmenin daha fazla koordinasyona doğru itilmesi, uluslararası ölçekte daha örgütlü, daha planlı ekonominin gerekliliğini, planlı bir ekonomiye duyulan ihtiyacı ve bunu gerçekleştirmenin üretim araçlarının özel mülkiyeti nedeniyle imkansız olduğunu ifade eder.

Burjuva Devleti kapitalist ekonomiye bir takım düzenlemeler dayatmayı başarsa bile, bu ekonomi çıkmazdan kurtulamayacak. Troçki'nin hatırlattığı gibi : "Kapitalist sistemin krizi, yalnızca özel mülkiyetin gerici rolünden kaynaklanmaz, ama aynı zamanda ulusal devletin daha az gerici olmayan rolüyle de tetiklenir."

Fransız devletinin denizaltı satışı konusunda Avustralya'ya ve daha da fazlası ABD'ye hakaretleri, ikinci sınıf emperyalizmin Amerikan emperyalizmine karşı gülünç jestlerinin altını çiziyor. Ama sadece bu da değil. Her şeyden önce, emperyalist güçler arasındaki, her biri "üretici güçlerin devasa bir yoğunlaşmasına, tekelci sermayenin devletle kaynaşmasına" dayalı (Lenin, Emperyalizm ...) vahşi rekabeti hatırlatıyor.

İşbölümünün uluslararasılaşması, ulusal devletlere bölünme ile uzun süredir çelişiyor. Troçki, "Emperyalizm bu çelişkinin ifadesidir" dedi. "Emperyalist kapitalizm, bu çelişkiyi sınırları genişleterek, yeni topraklar fethederek vb. çözmeye çalışıyor".

Troçki sonuna kadar itilen politik sonuçları şu özlü cümlede özetledi : "Merkezileşme ve kollektifleştirme, devrimin siyasetini olduğu kadar karşı-devrimin siyasetini de nitelendirir." Bundan, olanaklı tek yol olan proleter devrimiyle devirme gerekliliği sonucuna varıyordu, çünkü burjuvazinin politikası bu gelişme karşısında faşizme ve savaşa yol açıyordu.

Avrupa pazarını, Alman emperyalizminin yararına zorla birleştirmeye yönelik son girişim, Hitler'in girişimiydı ve başarısız oldu. Avrupa kıtasındaki başlıca emperyalist güçlerin burjuvazileri, savaşın sona ermesinden beri, sözde "Avrupa'nın inşası" - yanlış olduğu kadar şatafatlı bir ifade! - tarafından, onsuz yapamayacakları ve yapmak istemedikleri ulusal devletlere bölünmeden kaynaklanan zorlukları aşmaya çabalıyorlar. Koronavirüs pandemisi, ulusal devletlerin sınırlarını kolayca yeniden inşa etmelerinin güzel bir örneğidir. Hatta bu ulusal devletler hiçbir zaman sorgulanmamasının iyi bir nedeni bulunuyor.

Şu anda enerji alanında yaşananlar, burjuvazinin bu ünlü Avrupa'nın yeniden inşası isteminin, çelişkileri ortadan kaldırmadığını gösteriyor. Bütün yaşananlar sadece bütün bu çelişkileri daha da vurgulayarak, onların biçimlerini değiştirdi.

Örneğin, Fransa'da şu anda insanlara elektrik fiyatlarının artmasının nedeninin gaz fiyatlarına endeksli olduğu yani gaz fiyatları arttıkça elektrik fiyatlarının da arttığı açıklanıyor. Peki ama neden bu endeksleme yapılıyor ?

Avrupa Birliği çapında ortak elektrik piyasası, ortak enerji piyasası çerçevesinde oluşturuldu. Oysa, enerji kaynakları (kömür, rüzgar türbinleri, hidroelektrik santrali barajlar, nükleer enerji vb.) bir Avrupa emperyalist ülkesinden diğerine farklılık gösteriyor (Avrupa'nın emperyalist olmayan ülkelerine gelince, onların sadece konuşma hakları bulunuyor yoksa Avrupa'yı yönetme hakları bulunmuyor).

Buna bağlı olarak, birçok müzakerenin akışı sırasında, belirli bir kaynağa kıyasla, bazılarının dezavantajını başka bir kaynağa göre bir avantajla telafi etmeyi amaçlayan karmaşık bir sistem ortaya kondu. Bu sistemin amacı. en az kârlı şirketlerin kâr etmelerini sağlamak ve özelleştirilen şirketler söz konusu olduğunda da hisse sahiplerine uygun miktarda kâr payı ödemesi yapmaktı. Öyle bir sistem ortaya konuldu ki açıklanan elektrik fiyatının, kendi üretiminin gerçekliği ile hiçbir alakası bulunmuyor.

Arz ve talep yasası olan kapitalist sistemin bu düzenleyicisi bile sahte çarpıtılmış, hatta anlamsız bir hal alıyor.

Bir Le Maire'nin (Fransız maliye bakanı) bu durumun ürettiği korkunç duruma çare olduğunu iddia eden ifadeleri, el kol hareketleri, bir vitrin süslemesi izlemini yaratıyor. Yapabileceği bir şey bulunmuyor !

Farklı enerji biçimlerinin fiyatları, üretimlerinin gerçekliğiyle yalnızca uzaktan bir ilişki içinde olsa bile, fiyatlardaki keskin artış, tüketiciler için çok büyük bir gerçek oluşturuyor. Ve kuşkusuz, Castex'in (Fransa Başbakanı) önemsiz önlemleri, benzin ve akaryakıt fiyatlarındaki artışların neden olduğu çalışanların satın alma gücü kaybını telafi etmeyecek.

Bununla birlikte, fiyat sisteminin karmaşıklığı kapitalist işletmeler için bir avantaj oluşturuyor : emperyalist çağdaki kapitalist ekonomide fiyat oluşumunu zaten gizleyen her şeye bir sis perdesi ekleniyor.

Özellikle de, aşırı oranda artan benzin ve akaryakıt fiyatlarındaki tröstlerin manipülasyonunu gizlemeye katkıda bulunuyor.

Bu artışlar, giderek ısı motorlarının yerini hibrit sistemlerin veya elektrik motorlarının alması gerektiği sorununun daha da arttığı bir bağlamda ortaya çıkıyor. Avrupa'nın bir çok ülkesi, 2035 yılını benzinli arabaların satışını yasaklamak için son tarih olarak tasarlıyorlar. Petrol tröstlerinin patronları, "ekolojik geçiş" deyimiyle halkı eğlendirmeyi çevrecilere bırakırken, tıpkı otomobil endüstrisinin patronları gibi, dönüşümlerini uzun süredir hazırlıyorlar.

Bir yüzyıldan fazla bir süredir petrol sektörüne egemen olan birkaç büyük tröst, kuşkusuz, olağanüstü zenginliklerini oluşturan, her durumda bu pazarları aynı derecede verimli ve kârlı yerlerine konulabilecek başka pazarlarla değiştirmeden bir piyasayı kaybetmek istemiyorlar. Ve herşeyden önce, tekel konumları, onları, daha az güçlü olan kapitalist suç ortaklarının zararına olmak da dahil, kendi seçimlerini dayatma konumuna getiriyor.

Bir tekel konumu, kapitalizmin büyük vahşi dünyasında buna yarıyor. Aynı pozisyonda olanlar da, kendi sektörlerinde - kağıt, konteyner, mikroçipler - onlar kadarını yapıyor.

"Geçiş dönemi çok büyük yatırımlar gerektiriyor. Ve enerji daha pahalıya mal olacak." Bunu söyleyen adam, ne dediğini bilmek için çok iyi bir konumda bulunuyor, çünkü Total petrol tröstünün yeni adı olan TotalEnergies'in Genel müdürü Patrick sözkonusu. Pouyanné, Les Echos (Yankı) adlı ekonomi gazetesine, 1 ve 2 Ekim tarihlerinde verdiği aynı röportajda, uzun süredir hazırlanan gönüllü bir operasyonun sözkonusu olduğu gerçeğini gizlemiyor. "İki yıl önce," diyor, "Stellantis'in Genel Müdürü Carlos Tavares ile birlikte akü alanındaki ortak şirletimiz ACC (Automotive Cells Company - Otomotiv Hücreleri Şirketi) üzerinde çalışmaya başladığımızda, PSA'nın (Peugeot otomobil fabrikası) akülerinin satın alınmasını garantileyeceği taahhütü üzerine tartıştık." Ve şöyle ileri sürüyor : "Dünya, bu yıldan itibaren tamamen değişti."

Total'in Genel Müdürü burada sadece, benzinle çalışan arabaların elektriğe dönüştürülmesinde en büyük sorunlardan biri olan akülerden bahsediyor.

Ancak araştırmalar, özellikle hidrojen olmak üzere diğer birçok yakıta doğru ilerliyor. Ve elektrik üretimi için, rüzgar enerjisinin, fotovoltaik hücrelerin yanı sıra, ihtiyaçlar için, hatta az bir süre önce terkedilmiş olan kömüre bile dönüş sözkonusu.

Petrol tröstleri ve onların otomotiv ve ilgili alanlarla ilgili müttefikleri, gelecekteki yönelimleri için bir seçim yapmış bile değiller. Sonuç olarak, neyin en kârlı olduğunu, ve yatırımlarının tüketiciler ve devlet tarafından önceden finanse edilmesinin daha iyi olup olmayacağını belirlemek için araştırmalardan başlayarak yeni koşullara uyum sağlamanın maliyetli olduğunu da biliyorlar.

Bakanlar tarafından olduğu kadar tüm medya tarafından da "sürpriz" olarak sunulan petrol fiyatlarındaki ani yükseliş, uzun zamandan beri düşünülmüş, planlı ve rafine bir operasyonun sözkonusu olduğunu ortaya koyuyor !

Petrol ürünleri fiyatlarındaki mevcut yükseliş devam ederse ve katlanarak artarsa, ki bu kesin gibi görünüyor, bu petrol tröstlerinin bugünden başlayarak, kısmi dönüşümlerini ve bunun ima ettiği yatırımları, tüketicilere finanse ettirmeye çalıştığı anlamına geliyor.

"Ekolojik geçiş" etrafındaki tüm ağız kalabalığı propagandanın inisiyatifini onlar mı almış bulunuyor ? Yoksa sadece ondan yararlanarak, hareketi önceye çekmeye mi çalışıyorlar? Her şey sanki, petrol tröstleri, 1970'li yıllardaki büyük petrol şoklarının mekanizmalarını yeniden üretiyorlarmış gibi yaşanıyor. Düşük maliyetli petrol rezervleri, o zamanlar artık öngörülen tüketimi karşılamaya yetmiyordu. Petrol tröstleri dünya ekonomisine, tüketicilere daha önceden, en az verimli, düşük kârlı maden yataklarını (petrol"offshore (Genellikle avantajlı mevzuattan yararlanmak için yabancı bir ülkede kurulmuş işletmeler -Vikipedi -)", kaya gazları vb gibi.) işletebilmek amacıyla gerekli yatırımların maliyetini ödettirmek için petrol ve gaz fiyatlarında gerçek bir patlama şokunu dayatmıştı. O dönemde, sahte bir kampanyayla hazırlanan operasyon, maden kaynaklarının tükenmesiyle karışık - o dönemde 2000 yılında hiç petrol olmayacağı ileri sürülüyordu -, "arap petrol emirlerinin" açgözlülüğüden, OPEC'in (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) herşeye kadirliğinden sözediyordu. Bugün ise Çin talebinin sorumluluğundan, doğal gaz boru hattı problemlerinden, Putin'in Rus gazını olabildiğince pahalıya satma isteğinden, deniz taşımacılığının maliyetinin artmasından vb. bahsediyorlar.

Suçlanan günah keçilerinin veya tamamen uydurulmuş nedenlerin arkasında, yarım yüzyıl önce olduğu gibi, petrol tekelleri ve otomobil endüstrisindeki birkaç tekel tarafından bilinçli olarak planlanıp yürütülen bir operasyon bulunuyor. 1970'li yılların "petrol krizleri", fiyatlarda ya yavaş yavaş veya aniden genel bir artışa neden oldu. Bu, kapitalist şirketlerin kendi aralarındaki güçler dengesi kartlarının yeniden dağıtılmasını sağladı. Bu defa da aynısı olacak. Enerji fiyatlarındaki artışların neden olabileceği çalkantılar ve karışıklıklar, krizi daha da ağırlaştırıp attıracak, genel artı değerin dağılımını en güçlü tekellerin yararına biraz daha fazla değiştirecek. Enerji fiyatlarının artışı, bir bütün olarak ekonomiye yansıyacak. Hareket daha şimdiden yavaş yavaş ya da kabaca aniden, özellikle de halk kitleleri için en hayati ürünlerin fiyatlarını etkileyen bir biçimde gerçekleşiyor.

Tabii ki, tröstlerin, özellikle de enerji tröstlerinin sorumluluğunu ve petrol ürünlerinin satışından ve onların gelecekteki dönüşümlerinin hazırlanmasından elde edilen aşırı kârı tahsil etme operasyonlarından çifte çıkar ve kazanç elde etme sistemini sorgulamak gerekiyor. Başlangıçta siyasi ekolojistlerin yararsız tipleri tarafından savunulan bugünse burjuvazinin bütün tanınmış şahsietlerince yeniden ele alınan, ekolojiye duyulan sözde hayranlığın ardında nelerin gizlendiğini ortaya çıkarmak gerekiyor. Emekçilerin ve popüler sınıfların ekonomi ve üretilenlerin yeniden dağıtımı üzerindeki kontrollerinin gerekli bir aşaması olarak ticari sırları ortadan kaldırma gerekliliğini ortaya koymak için fırsatları yakalamak gerekiyor.

Ekolojik sorunlar çok gerçek. Ama burjuvazinin çözümleri onların sınıf karakterini taşıyor. Bunda zaten, ulaşımı ve ısıtmayı daha da pahalı kılarak ve sınırlama olmaksızın ısınma ve taşıma hakkına sahip olanları para durumlarına göre seçerek popüler sınıflara sırtlarına bir ağırlık yüklüyorlar. Ama burada, her şeyden önce, temeli özel mülkiyet ve ulus devlet olan bir ekonomik örgütlenmenin, uluslararası ölçekte planlama gerektiren sorunlara cevap veremede, onların çözümünde yeteneksiz olması yetersiz kalması sözkonusu.

Ancak her şeyden önce, çalışanlar arasında ücretlerin fiyat artışlarına endekslenmesi talebini vurgulama fırsatını yakalamak gerekiyor. Birer tüketici olarak bütün emekçiler tarafından hissedilenden başlamak gerekiyor. Fiyatların artması alım gücünün azalması anlamına geliyor yani reel ücretlerde düşme sozkonusu oluyor.

Kapitalist ekonominin kurtarılmasına yönelik müdahalelerinin kaçınılmaz koşulu, Devletin artan otoritesi

Daha önce alıntı yapılan La Revue d'Economie Financiere (Mali Ekonomi Dergisi) şunu belirtiyor : "Pandemi [...] Devletlere ölçüsüz denecek kadar çok aşırı bir oranda müdahale ve zorlama gücü verdi. Bir kere ekonomik hayatın daha önemli aktörleri haline geliyorlar. [...] Herkesin sağlığının ve geçim koşullarının sorumluluğunu yüklendiler. Koruyucu ve esirgeyici devlet her yerde hazır bulunuyor.[...]"

1930'lu yıllarda, Rus Devrimi'nden hemen yirmi yıl sonra ve Sovyetler Birliği'nin bürokratik yozlaşmasına rağmen, faşizmin ekonomik politikasının temel siyasi koşulu - işçileri sefalete indirgeyerek ve savaşı hazırlayarak kapitalizmi kurtarmak - önce mücadeleci ve canlı işçi sınıfını ezmekti.

Hitler'in işçi sınıfını ezerek Almanya'ya dayattığı şeyi, Roosevelt, Amerika Birleşik Devletleri'nde reformist sendika aygıtlarının aracılığıyla işçi aristokrasisine ikramiye vererek başardı. 1930'lu yılların Amerikan işçi sınıfının güçlü hareketi bir kez bastırıldığında, savaş tehdidi, Amerikan Devletine kapitalist ekonominin hizmetine sunulan bir politikaya angaje olma olanağını vermişti. Bunun maliyetini ise devlet doğrudan işçi sınıflarının sırtına yükledi.

Açıkçası bugün aynı durumda değiliz. Emekçilerin direnişini önlemek ve etkisiz hale getirmek için, onu uyuşturma gereksinimi sözkonusu. Yine, pandemi ve onunla mücadeleye yönelik hükümet eylemleri temel neden değildi, ancak fırsatı sağladı. Pandeminin başlangıcında Macron tarafından ileri sürülen "koronavirüse karşı savaş", sağlık nedenlerinin arkasına gizlenerek toplu sindirme politikası rolünü oynadı. La Revue d'Economie Financiere (Mali Ekonomi Dergisi, bunun "müdahale ve aşırı zorlama gücü"nün ortaya konmasına katkıda bulunduğuna gönderme yapıyor.

Devletçiliğin, krizdeki kapitalizmi kurtarmasını sağlayan politik koşullar, pandemiden çok önceleri burjuvaziye salgından çok önce, işçi sınıfının siyasi ilgisizliği, tiksintisi, onun parçası olduğunu iddia eden partilerin onlarca yıllık ihanetiyle siyasi kaygılardan saptırılması tarafından sunuldu.

Troçki'nin Geçiş Programı'ndaki ifadesi : "Bir bütün olarak dünya siyasi durumu, her şeyden önce proletaryanın liderliğinin tarihsel kriziyle nitelenir.", zamanla kötüleşen bir gerçeği ifade ediyor. Hatta Stalinizm, "proletaryanın liderliği" kavramını bile ortadan kaldırdı.

Devlet müdahaleciliğinin bu şekilde pekiştirilmesi ve güçlendirilmesi, açıkçası kapitalizmin çelişkilerini ortadan kaldırmadı. Piyasa, devlet müdahaleleriyle bile ekonomik ilişkileri dengelemekten tamamen aciz bir durumda bulunuyor.

Tröstlerdeki, çok uluslu şirketlerdeki yoğunlaşma, serbest rekabet kapitalizminin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Kapitalizmin emperyalizmle sonuçlanan gelişimi, devletin müdahalesiyle bile krizleri ortadan kaldıramadı ama düzenleyici rolünü azalttı.

Hatalı bir biçimde sadece pandeminin sonuçlarına atfedilen kapitalist anarşinin bugün aldığı biçim ve kapsam, uluslararası ölçekte çalışan çok sayıdaki üretim zincirinin düzensizlikleri, örgütsüzleri ile gözler önüne seriliyor : gerekli maddelerin edinilmesinde gecikme ya da kesintiler, taşımacılığın işleyişinde aksaklıklar (deniz taşımacılığında gaz borularından konteynırlara kadar olan süreçteki aksaklıklar), üretim sürecinin farklı aşamalarında açıklanan fiyatlardaki ani değişiklikler, dalgalanmalar bu durumu tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.

Şirketler arasındaki ve nihai üretici şirketlerle onların taşeron alt firmaları arasındaki ilişkilerdeki kapitalist üretimin anarşisi kuşkusuz ki bir yenilik değil. Hatta bu, kapitalist üretim örgütlenmesinin ayırt edici özelliklerinden biridir. Öte yandan her kapitalist işletme, sonuç olarak, emekçilere dayatılan ciddi bir disipline dayanan işin düzenlenmiş dağılımıyla niteleniyor. Bununla birlikte, güncel kaos, karışıklık, işletmelerin içine kadar yansıyor.

Bütün otomobil sanayi örgütsüz ve düzensiz bir durumda bulunuyor, belki de sadece anlık değil belirli bir dönem için, piyasa çok sayıda kaçınılmaz zorunlu ürünün arz ve talebini düzenlemekte yeteneksiz ve yetersiz bir durumda bulunuyor. Ve bu, sınıf mücadelesinin sonuşları olan grevler ya da bloke etmelerden değil, kapitalist ekonominin kendisinin işleyişine bağlı nedenlerden kaynaklanıyor. Hem uluslararası ölçekte, hatta şirketlere kadar uzanan onlar da dahil olmak üzere bir düzensizlik sözkonusu ve burada ustalık, beceriklilik, bir çerçeveye kadroya almak, denetlemek bilinmiyor, kapitalist üretim makinesini işletmek için neler yapılması gerektiği konusunda kafa yormak sözkonusu olmuyor.

Devrimci komünistler, bütün bu üretim sorunlarının, işçilerin çalıma ve yaşam koşullarındaki kötüleşmeyle ödendiği gerçeğini açıkça ifade etmek zorunda : üretim bantlarının hızlarının arttırılması, üretimin kısmî işsizlikle zaman zaman kesintiye uğraması, kısa süreli sözleşmelerle çallışan geçici işçilerin işten çıkarılması, iş saatleri ve ücretlerde güvencesiz koşullar, kısmî işsizlik vb koşullar gerekçesiyle ücretlerde azaltmaya gitmeyle kayıplar... vb. Ancak, günden güne gelişen bu sonuçların çok daha ötesinde, dengeyi düzenlemekte giderek daha da aciz olan bir ekonomik ve sosyal örgütlenmeyi açıkça ortaya koymak, insanların gözlerini önüne sermek zorundalar.

Bakanlar, ekonomik olarak yeniden harekete geçmenin, toparlanmanın sözkonusu olduğunu her tonda tekrarlayıp duruyorlar. Burada, Fransa'ya düşen payı bu iyimserlik içinde seçim kampanyasına bırakalım ! Bazı unsurlar bu iddiaya inanıyor gibi görünüyor.

Burjuvazinin düşünen kafalarının iyimserliklerini desteklemek için başvurdukları bir unsur : dünya ticaretinin yeniden harekete geçmesi olarak görünüyor. Les Échos, "Dünya mal ticareti hacmi, 2020'de %5,3 düşüşten sonra bu yıl % 10,8 artmalı" diyor.

Ama bu tespit hemen başka bir tespit tarafından dengelendi, kıtlık... Örneğin 7 Ekim 2021 tarihli Le Monde gazetesinde şunlar yer alıyordu : "Baharatlar, yün, oyuncaklar, akıllı telefonlar... kıtlık uzun sürmek üzere başladı. Birkaç kum tanesi, şimdiye kadar iyi yağlanmış bir küresel tedarik zincirini ele geçirdi ve talepteki güçlü yükselişin baskısı altında kaldı. Raydan çıkana kadar. Küresel ekonomi öngörülemez hale geldi. »

7 Ekim tarihli Les Eckos gazetesinde ise şu ifadeler bulunuyor : "Avrupa endüstrisinin hala stres altında yeniden toparlanması, yeniden harekete geçnesi çok güçlü oldu çünkü Yaşlı Kıta'nın sanayi üretimi, 2020 yılının Nisan ayında, 2020 yılının ocak ayına göre %25'ten fazla geriledikten sonra temmuz ayında krizden önceki düzeyini buldu. Amerika Birleşik Devletleri'nde de hemen hemen aynı durum sözkonusu"

Ancak burada yine büyük bir nüans söz konusu: "Sanayi üretimi Almanya'da 2020 yılının Ocak ayındaki seviyesinin yaklaşık % 4 kadar altında kaldı. Fransız endüstrisi hala alt rejimde faaliyet gösteriyor çünkü üretimi Pandemi öncesi eski üretiminin yaklaşık % 3 daha altında bulunuyor" deniyor.

Bir Coface (şirketlerin gelişmesi için kredi de veren bir sigorta şirketi) ekonomisti bunu şöyle açıklıyor : "Almanya ve Fransa geride kalıyor, bu durumu endüstrilerinin bileşimi açıklıyor. Fransız endüstrisi havacılığa, Almanya ise otomobile çok bağımlı. Bununla birlikte otomobil sanayi Almanya'nın sanayisinde üretimin dörtte birini, ve havacılık ise Fransa'nın sanayisinin yaklaşık %12'sini temsil ediyor ve hala krizden etkileniyorlar. "

Les Échos'un yazarı durumu " kararsız ve tehlikeli bir durumda yeniden başlamak" diye formüle ediyor. Gazetesi bunu IMF tahminlerine dayanarak doğruluyor: "Küresel büyüme soluğu kesilme, yavaşlama işaretleri veriyor.

"Önümüzdeki aylar, üretimin gerçekten toparlanmaya başlayıp başlamadığını veya pandemiye bağlı olarak kesintiye uğrayan üretimin anlık bir toparlanma yaşayıp yaşayamıyacağını gösterecek.

Yeniden toparlanan harekete geçen tek sektör tartışmasız olarak finans sektörü. Onu harekete geçiren güç, merkez bankaları tarafından ekonomiye aktarılan milyarlarca nakit para. Bu milyarlar, parasal yaratımla, bolca dağıtılan krediyle, kamu ve özel borçların, özellikle devlet tahvillerinin neredeyse sınırsız geri alımıyla yaratıldı. Bu politikaya ekonomist jargonunda "niceliksel genişleme" (ingilizce quantitative easing) adı veriliyor. Bu politika, uygulamada, tahvil, değerli evrak satın almak ve faiz oranlarını düşürmek gibi iki uygulamayı birleştiriyor. Tahvil ve başka değerli evrakları satın almak, ekonomiye sınırsız para ve kredi akıtmak; faiz oranlarını düşürmek ise, bu likiditeyi kapitalistlerin kullanımına olanaklı olduğunca ucuza sağlamak anlamına geliyor.

Her iki element de enflasyonu teşvik ediyor. Finans dünyasında panik yaratma ve finansal krizi hızlandırma riski taşıyan bu politikayı sürdürmeli mi, yoksa aksine terk mi etmeli? Tartışma, burjuvazinin düşünen kafalarını ikiye bölüyor : hem de haklı olarak! Bu çemberi kareleştirmek gibi birşey. Bir kez daha, hastalıklı kapitalizmin bir dönemine uygun gelen ilaçlar, bir sonraki dönem için zehir anlamına geliyor.

Bu arada 11 Ekim tarihli Les Echos'un manşeti şunu ifade ediyor : "Avrupa bankaları borsada formlarının zirvesindeler". Bankalar, yüzde 44'lük bir artışla, yıl başından beri tüm sektörler dahil borsada en iyi performansı sergilediler. Ve fiyatlar yıl sonuna kadar daha da yükselebilir. Birçok kuruluş hissedarlarına cömertçe yeniden dağıtım planları açıkladı.

Ekonomik basında, yeni büyük bir mali kriz, bir "sistemli olarak tekrarlanan bir kriz" tehdidi konusunda neredeyse fikir birliği sözkonusu. Buna karşılık, bu krizin nasıl patlak vereceği konusunda çok sayıda hipotez var. Şu anda ilgi odağı olan gayrimenkul spekülasyonuyla ilgili kriz, Çinli Evergrande ve Fantasia adlı şirketleri iflasla tehdit ediyor.

Bütün üretken ekonomi, finansal bir patlamanın yanardağı üzerinde dans ediyor. Evergrande 'nin iflasına yol açan emlak spekülasyonu, neredeyse hemen hemen bütün büyük sanayi ülkelerinde yaygın bir fenomen olarak ortaya çıkıyor. Fransa, küçük ve orta ölçekli kentlerdeki emlak fiyatlarındaki artışla buna mütevazi katkısını yaptı. Paris'li küçük burjuvaların ana konutlarını TGV'nin (hızlı tren) hizmet verdiği taşra kentlerinde satın alma heyecanları, yerel alıcılar için daha şimdiden konut fiyatlarının artması anlamına geliyor. Kaçınılmaz olarak bunun yerini de spekülasyon alacak.

Belirli bir yeniden hareketlenme olsa veya olmasa da, bu durum, başlangıcı döviz ve petrol krizine kadar uzanan temeldeki krize son vermeyecek. Bu yarım yüzyıldır böyle sürüp gidiyor, yani yarım yüzyıldır genelde küresel durgunluk ve ardı ardına gelen gerileme ve yeniden hareketlenme dönemleri yaşanıyor.

Tüm bu aşamaların birbirini takip etmesinin faydası, Geçiş Programı'nda özetlenen farklı talepleri, emekçilerin uğraşlarına, kaygılarına nasıl uyarlanacağını adapte edileceğini bilmektir. Ücretlerin fiyatlara endekslenmesi (fiyatlar arttıkça ücretlerin de arttırılması) veya ücretlere eşel mobil uygulanması sloganı (ücretlerin, fiyat artışları ve enflasyonla alım gücünün düşmesine göre yeniden ayarlanması, yükseltilmesi), devrimci komünist propagandadan asla yok olmadı. Şurası açıktır ki, günlük ajitasyonun sloganı olarak birkaç ay önce enflasyonun neredeyse hiç fark edilmediği dönemde (Fransa koşullarında) daha az etkindi, ancak bugün halk kitleleri arabalarına yakıt doldururken veya ısınma bütçelerini hesaplarken bu sloganların doğruluğunu daha rahat algılıyorlar.

Kuşkusuz kapitalist ekonomi, krizinin bu mevcut aşamasından da çıkacak. Özellikle 2008'de neredeyse tüm bankacılık sistemini havaya uçuran önceki kriz aşamalarından çıktığı gibi. Büyük bir uyum kapasitesi bulunuyor. Ancak, birçok burjuva iktisatçının "yüzyıllık eski kriz" diye adlandırdığı şeyden bizi ayıran yarım yüzyılda olup bitenlerin ışığında, ekonomide giderek daha da sıklaşan altüst oluşlar (petrol, döviz ve euro, banka sistemi, emlak krizleri veya dünyanın şu ya da bu bölgesindeki belirli krizler...) kapitalizmin, her yönüyle sarstığı çatırdattığı üretici güçleri yönetmeye devam etmedeki yetersizliğinin ve yeteneksizliğinin çarpıcı bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor.

Engels, yaklaşık bir buçuk yüzyıl önce, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm adlı eserinde (1880 Paris), "bu üretici güçlerin kendileri artan bir güçle çelişkiyi ortadan kaldırmayı, sermaye niteliklerinden kurtulmayı, sosyal güç karakterlerinin etkin bir şekilde tanınmasını itiyorlar" diye yazmıştı. Engels'in aynı yapıttaki başka bir ifadesi, mevcut durumun bir öngörüsünü yapıyormuş çağrışımını yaratıyor : "Üretici güçlerin toplumsal karakterinin kısmî kabulü, kapitalistlerin kendilerine dayatılır : büyük üretim ve iletişim örgütlenmeleri öncelikle şirketler, hisse sahipleri, daha sonra tekeller, sonra da Devlet tarafından ele geçiriliyor. Burjuvazi gereksiz bir sınıf olarak ortaya çıkıyor, bütün sosyal işlevleri artık ücretli çalışanlar tarafından yerine getiriliyor". "Çelişkilerin çözülmesi, proletarya kamu iktidarını ele geçirmesi ve bu iktidar sayesinde kamu mülkiyeti olarak burjuvazinin elindeki toplumsal üretim araçlarını dönüştürmesiyle olur."

Burjuvazi iktidara ne kadar asılmış, ne kadar bağlı olursa olsun kendisine egemenlik ve ayrıcalıklar sağlayan kapitalist ekonomi biçimine bağlı kalma isteği ne kadar şiddetli olursa olsun, ekonomik gelişme yasaları çok daha güçlüdür.

Engels bu satırları yazdığından beri, ekonomik gelişme, uzayın fethinin başlangıcından itibaren, atom enerjisinin kullanımından, gezegen ölçeğinde anlık iletişime kadar bilimsel ilerlemeye ve teknik icatlara yol açtı.

Ulusalararası ölçekte bütün insanlar arasında bağlar oluştu. Kapitalist gelişmenin kendisinin yarattığı çok uluslu şirketlerden, büyük bankalara ve Amazon gibi büyük dağıtım devlerine kadar çok sayıda örgütlenme biçimi, topluma, toplum tarafından yaratılan malların üretimini ve dağıtımını bilinçli, rasyonel ve herkesin çıkarına yönetme olanakları veriyor.

Yaşlı, ölüm döşeğinde çok sayıda hastalık tarafından sarsılmış ve sakatlanmış, kapitalizm çökebilir mi? Bunun tüm insan uygarlığının çöküşüne yol açmaması için, işçi sınıfının onu devirmeyi başarması gerekiyor. Bu anlamda, devrimci bir liderliğin, devrimci bir komünist partinin yokluğu, Troçki'nin zamanında olduğu kadar ve aynı nedenlerle bu gün de, gelecek üzerinde ağırlığını hissettiriyor, sorun oluşturuyor.

13 Ekim 2021