Suriye: Emperyalizmin ahlaksız, alaycı ve kışkırtıcı politikası

Yazdır
20 Şubat 2017

Lutte de Classe (Sınıf Mücadelesi) No: 182 - Mart 2017

* * * * * * * *

Suriye'de, Beşar Esad rejiminin Rusya'nın yardımıyla Halep'in doğusunda zafer kazanmasından sonra, geçtiğimiz 30 Aralık tarihinde, bir ateşkes yürürlüğe girdi.

23 ve 24 Ocak tarihlerinde Kazakistan'ın başkenti Astana'da yapılan, Rusya, İran ve Türkiye tarafından desteklen barış görüşmelerinde, önceki sonuçsuz görüşmelerden daha fazla birşey elde edilemedi.

Birleşmiş Milletler (BM), ve onunla birlikte Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 8 Şubat'ta Cenevre'de yeni bir toplantı düzenlemeyi öngörüyorlardı. Ancak bu toplantı ay sonuna ertelendi.

Astana müzakerelerine katılan Başar Esad'a muhalif milisler arasında, Selefi grup Ceyş El İslam (İslam Ordusu) gibi isyancı gruplar bulunuyordu.

Araştırmacı Ziyad Macid'e göre bu grup, « özellikle kadınları hedef alan, sosyal kontrôl gibi aşırılıklardan, özellikle rejime, Şam ve Batı burjuvazilerine karşı belirli bir çıkarcı oportünizme kadar gidebilen selefici bir yapılanmadır ». (Le Figaro - Sağ eğilimli fransız günlük gazete -18 octobre 2016) olan, Beşar Esad'a muhalif olanların biraraya geldikleri heyetin başkanı, Ceyş El İslam'ın yöneticilerinden biri olan Muhammed Allouche'du.

.

Bu görüşmelerde, temel olarak bir tarafta cihadcı grupların, diğer tarafta da rejimin silahlı çetelerinin temsilcileri bulunuyordu.

Burada, Suriye halkının 2011 yılının «Arap Baharı» döneminde ifade ettiği özlemlerin hiçbirisi temsil edilmedi.

Üstelik, Halep'in Doğu'sundaki mücadele ve şiddet sona erse de, daha şimdiden 5 yılda 400 bin kişinin ölümüne ve 12 milyon mültecinin yollara dökülmesine, bunlardan 4 milyonunun ülke dışına kaçmasına , neden olan savaş Suriye topraklarının birçok bölgesinde devam ediyor.

Bir taraftan El Kaide'den ayrıldıktan sonra yeni ismi Fetih el Şam olan (Şam Fethi Cephesi) eski El Nusra milisleri ile, diğer taraftan Beşar Esad'ın askeri güçleri arasında, Şam'a 15 km uzaklıktaki Vadi Barada'daki mücadeleler, Beşar Esad'ın birliklerinin zaferiyle sonuclanacaktı.

Ancak ülkenin doğu bölgesindeki Deyr Ez Zor'da ve kuzeyde Suriye rejim güçlerinin Irak ve Şam İslam Devleti'ni (IŞİD) kuşatmaya çalışan bir taraftan Rus güçleri, diğer taraftan da Türk ordusu tarafından desteklendiği El-Bab'da savaş sürüyor.

Suriye'nin kuzey batısındaki İdlib bölgesinde, Esad ordusuyla isyancı milis gruplarını karşı karşıya getiren savaş büyük şiddetiyle sürüyor. Üstelik buna paralel olarak isyancı milisler kendi aralarında da savaşıyorlar.

Rejim tarafından 7 Şubat'ta İdlib kentine karşı yapılan hava saldırıları sırasında 30 kişi öldü.

Suriyeli kitleler, bir yandan diktatör, diğer taraftan da DAEŞ gibi cihadcı milisler olmak üzere iki ateş arasında kalmış durumda. Öte yandan da 2015 yılında Suriye rejimini kurtarmak için yardıma koşan Rusya'nın ve emperyalist güçlerin bombardımanları sözkonusu.

Suriye'deki kaosta emperyalizmin sorumluluğu

Bir taraftan ABD ve uluslararası koalisyon ülkeleri, diğer taraftan Rusya ve Suriye rejiminin İran ve diğer müttefikleri ülkedeki durumun sorumlusu olarak birbirlerini suçluyorlar.

Obama, Aralık ayının ortalarında «Suriye rejimi ve müttefikleri Rusya ve İran tarafından Halep şehrine yapılan vahşi saldırı » ifadesini kullanıp teşhir yapıyordu.

Gerçekten de, Suriye rejimi ve Rusya, Halep şehrinin doğusunu tamamen harap eden, hastaneleri bile hedef alan, halkın bodrumlarda kapalı kalmalarına neden olan şiddetli bombardımanlardan büyük oranda sorumlu.

Ancak, ABD emperyalizminin liderinden gelen böyle bir açıklama, herşeyden önce ahlaksızca ve ikiyüzlü.

Emperyalist ülkelerin bütün liderleri beyaz barış güvercinleri rolünü oynuyorlar.

Ancak, önce Irak'taki daha sonra da Suriye'deki kaosa götüren, Yemen'e doğru yayılan, Ürdün ve Lübnan gibi bölgedeki diğer ülkeleri de etkileyen gelişme ve evrimleşmeler, en gerici güçlere dayanmaktan, daha iyi yönetebilmek için bölmekten, hatta savaşlar çıkartmaya kadar hiçbir şeyden çekinmeyen bir politikanın sonucu.

Orta Doğu'da son bir yüzyıl boyunca gerçekten de istikrarlı bir durum yaşanmadı.

ABD emperyalizmi ve Fransa da dahil olmak üzere ikinci sıradaki güçlü devletler, aralıksız bir biçimde bütün olanaklarla politik egemenliklerini dayatma, kendi kapitalistlerinin çıkarları için bu bölgenin zenginliklerine el koyma olanağını aradılar.

ABD ve İngiltere tarafından, 2003 yılında Saddam Hüseyin'in Irak'ına karşı yürütülen savaşın daha önceden öngörülemeyen dramatik feci sonuçları oldu.

Bu savaş, en gerici güçlerin ortaya çıkmasına yol açarak ve DAEŞ gibi farklı gerici akımların milislerinin gelişmesinin yolunu açarak bölgeyi daha da istikrarsızlaştırdı.

2011 yılında «Arap Baharı» Suriye'ye ulaştığında, hızla iç savaşa yol açmadan önce, Irak'ın sınır bölgelerinde dinci milisler ve etnik gruplar arasındaki savaş bir kaç yıl öncesinden beri sürüyordu.

ABD emperyalizminin Suriye'de 2011 yılından beri gerçekleştirdiği büyük manevralar

Beşar Esad rejimi, 2011 yılının Mart ayında, Esad'ın iktidarı terketmesini isteyen göstericileri şiddetle bastırırken, Obama, onun diktatörlüğünü şiddetle kınayarak, ona «Suriye halkının çıkarı için» iktidardan çekilmesi konusunda çağrıda bulundu.

Ancak emperyalist liderler geçmişte baba ve oğlu Esad rejimini böyle mahkum etmemişlerdi.

Hatta Suriye rejimi,1976 yılında Lübnan'da olduğu gibi onlar için yararlı olmuştu. Burada Suriye rejimi sol milislerin ve Filistinlilerin, falanjist (1939'dan sonra İspanya'da iktidardaki fasist partinin militanlarına verilen ad. Bu isim Lübnan iç savaşı sırasında İsrail tarafından desteklenen faşist hristiyan milisler için de kullanıldı.) aşırı sağ üzerinde zafer kazanmasını engellemek için müdahalede bulundu.

Ayrıca 1991 yılındaki Körfez Savaşı sırasında, şu andaki cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın babası Hafız El Esad, ABD'nin yanında Saddam Hüseyin'in Irak'ına karşı savaşa angaje oldu.

1920 ile 1941yılları arasındaki eski himayeci güç Fransa'nın, yakınlaşma ya da diplomatik soğukluk dönemleri arasındaki kararsız tereddütlü tutumu, Suriye rejimiyle işbirliğine engel olmadı.

Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Hafız El Esad'ın (1930-2000) cenaze törenine giden tek batılı lider oldu.

Hatta ilişkilerin soğuk olduğu dönemlerde bile kârlı işler devam ediyordu.

Böylece Chirac 2005 yılında bir yandan Beşar Esad'ı dostu Lübnan işadamı ve başbakanı Refik Hariri'nin ölümünden sorumlu tutarak, onunla «bütün ilişkileri» kesmek istediğini açıklarken, diğer yandan da Fransa Esad'a çok gizli bir biçimde 2 askeri helikopter gönderdi ve Alcatel şirketi sayesinde de onun çevresine de güvenlikli bir iletişim sistemi kuruldu.

2008 yılının Temmuz ayında, Sarkozy Beşar Esad'ı «sadece birkaç gün, birkaç hafta değil uzun süreli stratejik yapısal ilişkiler » kurmak istediğini açıklayarak Paris'e 14 Temmuz Cumhuriyet Bayramı gösterilerine davet etti

Eğer bu rejim emperyalizme bir sorun yaratıyorsa, bu kesinlikle onun diktatörce doğasından kaynaklanmıyor, Suriye diktatörlüğünün SSCB ile 1950'li yıllarda kurduğu ekonomik ve diplomatik ilişkilerle emperyalizme karşı sergilediği göreceli bağımsızlıktan kaynaklanıyordu.

ABD, 2011 yılında «Arap Baharı'nın» patlak vermesiyle, kesinlikle Beşar Esad'a karşı yapılan protestoların daha işbirlikçi bir politik iktidarın onun yerini almasına yol açmasını dilemiş olmalıydı.

Ancak emperyalizmin Suriye'de, Tunus ve Mısır'da olduğu gibi, askeri hiyerarşi içinde güvenip dayanabileceği eski ilişkileri yoktu .

Emperyalizm, Suriye'de, herhangi bir tansiyon yükselmesini, istikrarlı ve batılı güçlerle ittifak içinde yeni bir rejimin yaratılmasına kadar yönlendirebilecek yeteneğe sahip hiç bir güç üzerine hesap yapamıyordu.

2011 yılında Türkiye tarafından Obama'nın onayıyla kurulan Suriye Ulusal Konseyi (SUK), ülkede hiçbir ağırlıkları olmayan, sadece sürgünde olan muhalifleri bir araya getirdi.

Üstelik, Irak örneği, yani Saddam Hüseyin rejiminin hiç bir zaman istikrarlı bir rejimle değiştirilememesi, ABD'nin rejim değişikliği yaratabileceği potansiyel tehlikeleri hatırlatıyordu.

Sonuçta ihtiyatlı olmak kendini dayatıyordu. ABD'li ve batılı yöneticiler, olayların ne gibi yöne yöneleceğini öngörmeye çalışarak herşeyden önce gözlemci olma yolunu seçtiler.

Rejim çökmüyordu. Devam eden gösteriler şiddetle bastırılıyordu. Beşar Esad büyük ölçüde kendisine sadık kalan ordusuna dayanıyordu ve ayakta kalabildi.

Bununla birlikte, Türkiye ve Suudi Arabistan bu çelişki ve çatışmada rakip bir rejimi devirme olanağını gördüler.

Bu devletlerin hükümetleri, Batılı liderlerin gözünde bir alternatif oluşturabilecek grupları teşvik ettiler.

2012 yılının Şubat ayının başında, Suriye rejimi, başkaldıran mahallelere karşı ağır toplarını ve ve zırhlı araçlarını kullandı. Suriye Baharı, rejim ve kurulan değişik milislerin silahlı çeteleri arasındaki savaşa dönüştü.

Özgür Suriye Ordusu'nu oluşturan muhalif gruplar uyumsuz bir birlik oluşturuyorlardı. Bunların birçoğu Müslüman Kardeşler'den geliyordu. Bu gruplar kuşkusuz daha az öldürücü ve saldırgandı ama onlar da cihadcı gruplar kadar gericiydiler.

Ama bunun gerçek bir varlığı olmadı. Cihatçı gruplar kendi topraklarında operasyonlarını koordine etmek için yeterince örgütlüydüler. Beşar Esad'a silahlı muhalefete egemen olan bölgesel güçlerin sayesinde de daha iyi silahlanmışlardı.

ABD emperyalizmi için, ordusu, yaratılmasına katıldığı bölünmelerle parçalanmış bir ülkeyi gerisinde bırakarak, 2011 yılının Aralık ayında, henüz Irak'tan dönmüşken direk olarak müdahale etmek söz konusu değildi. Aynı zamanda, yavaş yavaş, Şam'da radikal İslamcı bir rejimin kurulması gibi diğer engellerden kaçınmak için, sadece Beşar Esad'ı zayıflatmaya yeterli, ancak zafer kazanmak için yeterli olmayan, ona muhalif grupları desteklemek gibi yeni bir politika gün yüzüne çıkmaya başladı.

Böylece ABD'li yöneticiler, Suriye rejiminin uzun süreden beri düşmanı olan

Körfez Monarşileri olan Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelere, o anda hala El Kaide ile bağlarının olduğunu açıklayan El Nusra Cephesi'ni mali ve askeri olarak desteklemesine izin verdiler.

Fransa dahil olmak üzere diğer emperyalist ülkelerin onayını da aldılar.

2012 yılının Aralık ayında o dönemin Dışişleri Bakanı Laurent Fabius şöyle bir açıklamada bulunuyordu : «El Nusra iyi bir iş yapıyor ».

Suriye'li, aynı zamanda da Afganistan'dan, Libya'dan, Irak ve diğer müslüman ülkelerden gelen savaşçılardan oluşan cihatcı milislerin sayısı katlanarak artmaya devam ediyordu. Bunların politik projeleri müslüman bir İslam Cumhuriyeti kurmaktı.

Savaş süresince, bu sayısız köktenci İslamcı milisler içinde El Nusra Cephesi, Jais El İslam veya Ahrar El Şam gibi bazıları etki ve önem kazandı.

Aslında Amerikan emperyalizmi ve onun Fransa gibi batılı müttefiklerinin politikası, daha önceden Irak'ta yaptıkları gibi kaosun gelişip büyümesine katkıda bulunmaktı.

Bu kaostan DAEŞ doğdu. DAEŞ Irak ve Şam İslam Devleti, kısaca IŞİD'in arapçasının kısaltması.

Bu örgütün beşiği Irak olsa da, topraklarını Suriye'de elde etti.

2013 yılının Aralık ayından itibaren Rakka ve Deyr ez Zor şehirleri bu örgütün kontrolü altına girdi.

Iç savaş süresince Suriye'de güçlenen DAEŞ milisleri, 2014 yılının Ocak ayından itibaren yeniden Irak'a yatırım yapmaya başladı ve Suriye sınırındaki El Anbar bölgesini işgal etti.

Bu örgütün lideri Ebu Bekir El Bağdadi, 2014 yılının Haziran ayında, Suriye ve Irak'ı kontrol altına almak isteyen bir halifelik olan İslam Devleti'ni ilan etti.

Milisleri daha sonra, Irak'ın büyük şehirleri doğrultusunda, Irak hükümetini istikrarsızlaştıran hızlı bir saldırı başlattı.

Geçtikleri her yerde terör estirerek, fazla bir güçlük çekmeden Irak'ın ikinci büyük şehri Musul'u aldılar.

Irak'ta emperyalist politikanın ateşlediği yangın, Suriye'ye doğru yayıldıktan sonra, bölgedeki diğer ülkeleri de tehdit ederk bomerang misali tekrar Irak'a geliyordu.

ABD, 2003 yılında Irak'a yaptığı müdahaleyle burada istikrarsızlığa neden olduktan, müttefikleri aracılığıyla Suriye'de de istikrarsızlık yarattıktan sonra, uyguladığı politikaların korkunç sonuçlarıyla yüz yüze kaldı..

El Bağdadi tarafından ilan edilen İslam Devleti (İD) kontrol edilemez bir hal aldı.

İD sadece halk üzerinde barbar bir diktatörlük kurmakla kalmadı, aynı zamanda Batılılara karşı yaptığı provokasyonlar katlanarak artıyordu. Örneğin kafa kesme gösterileri, Orta Doğu'da, Afrika'da, Asya'da, hatta Batılı devletlerin bağrında varolan ve faaliyet gösteren diğer cihadcı grupların bütününün aralarında bağ kurmak, onların biraraya gelmesini sağlamak amaçlı cihad, kutsal dini savaş çağrısı gibi provakosyanlar buna örnek.

DAEŞ'in Irak ve Suriye'de hızla ilerlemesi emperyalizm için bütün Ortadoğu'nun çatırdaması ve kontrolünün dayandığı üzerinde temellendiği ittifak sisteminin parçalanması anlamına geliyordu.

Böylece Obama, 2014 yılının yaz aylarından itibaren Bölgesel güçleri DAEŞ'e karşı uluslararası bir koalisyon içinde bir araya gelmeye zorlaşmaya karar verdi.

Temel olarak politik olan amaç, değişik bölgesel güçlere, ABD'nin arkasında bir birlik oluşturmayı ve bunların özellikle de DAEŞ'e yardımcı olmamalarını dayatmaktı.

Bu zor bir görev oldu.

Türkiye ve Suudi Arabistan, resmi anlamda koalisyona katılırken, istedikleri, uygun gördükleri gibi davranmaya devam etti.

Özellikle de Türk rejimi, DAEŞ savaşçılarını topraklarında barındırarak, Suriye sınırından geçmelerini sağlayarak, onlara yardım etmeyi uzun süre sürdürdü.

ABD emperyalizmini kurtaran Rusya müdahalesi

Emperyalizm durumu kontrol altına alamıyordu. Koalisyonun tek etkisi havadan yapılan bombalamalar oldu. Üstelik DAEŞ'in yenilmesini sağlamayan bu bombardımanlar kitleler için yeni bir felaket oluşturuyordu.

ABD kara birliklerini göndermeyi istemiyordu.

ABD, Afganistan ve Irak'taki müdahale deneyimleri pahalıya mal olunca, yeni bir çelişki, çatışma ve savaş batağına saplanma riskine girmek istemiyordu.

Suriye'de, Esad olmadan hiçbir siyasi düzenleme olanaklı görünmüyordu.

Suriye rejimi beklenenden daha kararlı, sağlam ve daha güçlü olduğunu ortaya koydu. İnandırıcı ve güvenilir bir politik alternatif sunma yeteğine sahip hiçbir güç ortaya çıkmıyordu.

Rusya'nın 2015 yılının sonbaharında yaptığı müdahale bir biçimde emperyalist liderleri kurtardı.

Çatışmanın başından beri varolan ve özellikle de Birleşmiş Milletler Örgütü'nün (BMÖ) bütün müdahalelerini veto ederek Esad'a desteğini gösteren Rusya, niyet ve istemlerini hiç de gizlemiyordu.

2015 yılının ilkbaharı süresince, Rus ordusu görünür biçimde askeri manevralar gerçekleştirdi.

Üstelik Putin, yaz aylarında, ABD ve Suudi Arabistan ile diplomatik temaslarını arttırdı.

Sonuç olarak, 30 Eylül 2015 tarihinde DAEŞ'i ama aynı zamanda da herşeyden önce de Beşar Esad'ın rejimine düşman olan diğer grupları hedef alan büyük çapta bir hava taarruzu kampanyası başlattı.

Rusya, birçok nedenle müdahalede bulunuyordu. Öncelikle Suriye ile SSCB zamanından beri süregelen politik ve ekonomik bağları korumak iseğiyle müdahale ediyordu.

Putin, 2003 yılından itibaren iki ülke arasındaki ticaretin arttırılması için çalıştı.

Suriyelilerle 2008 yılında, farklı alanlarda sözleşmeler imzalanmıştı.

Rusya, Suriye'de, 1970 yıllarında Hafız El Esad hükümeti sırasında Sovyet deniz donanması üssüne dönüşmüş olan Tartus'daki deniz donanma üssünü tutmak istiyordu.

Ama bunun aynı zamanda Rusya'da da kaosun yayılması korkusu gibi bir siyasi nedeni vardı.

Mihail Gorbaçov'ün eski sözcüsü, Rus gazeteci Andrei Grachev rusların konumunu şöyle açıklıyordu :

«Rus sınırının yakınında tamamen öngörülemeyen kötüleşen bir durumu içeren bir gerilim odağı konusunda haklı bir endişe var (...).» Bu durum aynı zamanda Rusya içinde veya örneğin Kafkasya ve Çeçenistan gibi en yakın komşuların çevresinde de sözkonusu (...) Rusya'nın korkusu, sadece örneğin Çeçenistan değil aynı zamanda Dağıstan gibi müslümanların çok kalabalık olduğu bölgelerde de köktenci gerici dinci Sünni bir eksenin yükselip gelişmesini görmek. »

Rusya'nın yıllardır savaştığı çok sayıdaki cihadcı Çeçen mücahit, aynı zamanda Suriye'li köktenci gerici dinci milislerin içinde olduğu gibi, aynı zamanda DAEŞ ve El Nusra içinde de bulunuyor.

ABD, Rusya'yı suç ortağı olmakla suçlayarak Esad'ın suçlarına karşı öfkelenmiş gibi yaparak bir komedi oynadı.

Ama aslında gerçek olan Suriye rejimine otoritesini yeniden kurma görevini bırakmayı tercih etti.

ABD emperyalizmi böylece, yıllar geçtikçe zamanla, güç ilişkilerinin değişimine göre giderek farklılaşan, fırsatları yakalayarak, müttefilerini karşı karşıya getirerek, bazı güçlerle manevralar yapıp onlar kendine karşı dönene kadar bu güçlere dayanarak Suriye politikasını belirledi.

Irak'ta bulunan ABD'li bir general, 2007 yılında Wall Street gazetesinde, milislere yapılan destekle ilgili amerikan politikası konusunda şöyle bir açıklamada bulunuyordu :

«Biz kaplana biniyoruz. Belki de bizi istediğiniz yere götürecek.»

ABD emperyalizmi Suriye'de çok sayıda kaplana biniyor. Bu kaplanların onu nereye götüreceğine gelince, bunu kendisinin bildiğini varsayarak yine de bunu ancak gelecek söyleyecek.

Bölgesel güçlerin çatışma alanı olan Suriye ve Irak

Irak'tan sonra Suriye'deki savaş, gerçekten de bölgesel bir çatışma boyutunu aldı.

Tüm bölgesel güçler, özellikle de destekledikleri milislere göre bu savaşa şu ya da bu biçimde müdahale ediyor. Hepsi kendi piyonlarını ileri sürüp çatışıyorlar.

Suriye sınırında yer alan Türkiye, Esad rejimine düşman olsa da, değişken tutuma sahipti. 2011 yılına kadar Beşar Esad'ın arkadaşı olduğunu söyleyen Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fatah El Şam ve Ahrar El Şam gibi en radikal silahlı grupları destekleyerek ona savaş açtı.

Erdoğan bir yandan batılı koalisyon içinde yer alırken diğer taraftan da Türkiye DAEŞ savaşçılarına, topraklarında antreman yapmalarına, daha sonra da iki ülkeyi ayıran sınırdan Suriye'ye sızmalarına izin vererek yardım etti. ABD'nin baskısından rahatsız ve hoşnutsuz olan Erdoğan, az bir süre sonra Rusya'ya ve dolayısıyla da Esad rejimine yaklaştı.

Türk iktidarının önceliği, iç savaşı kullanarak türk sınırları boyunca özerk bir kürt bölgesi yaratmayı başaran Suriye PYD'si ve kürtlere karşı mücadele etmek.

Türk ordusu böylece geçtiğimiz Ağustos ayında, Türkiye ve Suriye arasındaki DAEŞ'in son geçiş noktalarından biri olan Cerablus'a müdahale etti.

Cerablus, iki Kürt bölgesi arasında sıkışıp kalmış, DAEŞ tarafından kontrol altında tutulan bölgede bulunuyor.

Türkiye, PYD tarafından kontrol altında tutulan Suriye Kürt bölgesi Rojava ile iki bölgenin birleşmesini engellemek istiyor.

ABD, DAEŞ savaşçı birliklerinin önemli bir bölümüni oluşturan Suriye Kürtlerine dayanıyor, ve hatta direkt olarak onları silahlandırıyor.

Bu Suriyeli Kürtler kendi taraflarında, ABD'li müttefikinden kuşkulanmakta haklı.

Böylece, Amerikan müttefik, onların 2016 yılının Şubat ayında Cenevre'de yapılan görüşmelere katılma istemini, bunu Türkiye'nin isteklerine bırakarak, desteklemedi. Astana'da düzenlenen görüşmeler için de aynı şey sözkonusu oldu.

Suriyeli Kürtler DAEŞ'in başkent ilan ettiği Rakka'nın DAEŞ'den kurtarılmasına katılmalarının karşılığında, müzakere masasında bulunmak ve ayrıca da Rojava'nın özerkliği konusunda garanti istediler.

Beşar Esad rejimine düşman Körfez ülkeleri, özellikle de Suudi Arabistan, diğer milislerle birlikte DAEŞ milislerine de para ve silah yardımında bulundular.

Suudi Arabistan, DAEŞ'e karşı mücadele etmekten daha çok, öncelikle İran'ın giderek daha da artan etkisine karşı mücadele ediyor.

Savaşa maruz kalan ülkelerden diğer biri Yemen'de, Suudi hava kuvvetleri, aylardır, olduğu kadar etnik bakış açısıyla Suudi Şii azınlıkla ilişkisi olan milisleri bombalıyor.

Suudi Arabistan, İran'ı, Yemen'deki isyanı desteklemekle suçluyor ve ABD ile rakibi olan İran arasında yapılan uzlaşmayı onaylamıyor.

Obama 2016 yılının Nisan ayında, The Atlantic dergisi muhabirinin sorduğu «Suudiler sizin dostlarınız mı ?» şeklindeki soruya , «Bu karmaşık bir konu .» diye cevap verdi. Gerçekten de karmaşık bir konu çünkü, ABD'nin Irak'taki istikrarı sağlamak için İran'a ihtiyacı var.

İşte ABD'nin, eski çatışma ve kavgaları bir kenara koyma, 2015 nükleer anlaşmasını imzalayarak ve Tahrana uygulanan cezaların bir bölümünü ortadan kaldırarak iyi niyetini gösterme isteği bundan kaynaklanıyor.

Beşar Esad'ın rejimini destekleyen İran, Suriye'de Lübnanlı Hizbullah aracılığıyla kendi piyonlarını ileri sürüyor. Ancak herşeyin ötesinde de İran'a kendi milisleri, İranlı seçkin askeri birlikler Devrim Muhafızları birimleriyle müdahale ediyor.

ABD, çok uzun zamandır müttefiki olan Suudi Arabistan'ı, kızdırmaktan hoşnutsuz kılmaktan sakınıyor ve Suudi Arabista'ın Yemen'i bombalamasını desteklemeye devam ediyor.

Çelişki ve çatışma, İran gibi Şii eksendeki ülkelerin, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi Sünni eksendeki ülkelere muhalefetiymiş gibi sunuldu. Ama tabii ki, bölgesel güçleri, yani bu bölgenin güçlü devletlerini birbirlerine muhalif kılan dini doktrinler değil.

Kendi halklarının desteğini sağlamak için Çeşitli rejimlerin kullandıkları inançla ilgili boyutların gerisinde, ekonomik çelişki ve çatışmalarla örtüşen politik bir çatışma bulunuyor.

İran, Katar, Suudi Arabistan ve Irak önemli enerji kaynaklarına sahip ve Suriye toprakları arap ülkelerinin ve İran'ın gaz ve petrolünü Avrupa'ya doğru taşımak üzere stratejik bir konumda bulunuyor.

Bölgesel başta gelen güçlerin, yer elde etmek için yaptıkları mücadelenin gerisinde, bu ülkelerin yönetici sınıflarının kendi devletleri aracılığıyla, emperyalizm tarafından gerçekleştirilen yağmalamadan en iyi payı koparmak için çatışmaları savaşmaları yer alıyor.

Suriye için nasıl bir gelecek?

« Arap Baharı'nın » başlangıcından altı ve Rus müdahalesinin başlangıcından bir yıl sonra durum henüz bir istikrara kavuşmuş değil. Suriye bugün, rejimin birlikleri ya da kendi kalelerini kurmak için çabalayan değişik grupların milislerinin işgal ettikleri iktidar bölgelerine ayrılmış, yani parçalanmış durumda bulunuyor.

Medya düzenli olarak DAEŞ üzerinde kesin bir zafer açıklamasında bulunuyor.

Ancak, 2016 yılının Ekim ayında başlatılan Kuzey Irak'taki en büyük kent Musul'un yeniden ele geçirilmesinin yavaşlığı , bu açıklamaların değerinin ne olduğunu gösteriyor.

Üstelik DAEŞ, Musul'da yenilse bile, başka bir tarafta örneğin sadece cihadcıların Rakka'ya doğru kaçmalarıyla Suriye'de güçlenebiliyor.

Emperyalizm birçok yerde çok fazla ateş yaktı ve ne yazık ki şimdi yangının yayılmasını engelliyemiyor.

Obama'yı izleyen ve Cumhurbaşkanı olarak ABD'nin başına geçen Trump, uluslararası politikada değişiklikler vaat ediyor.

Diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da, özet olarak «önümüzde görülmesi gereken görülecek » biçiminde vaatte bulunuyor.

Trump, Suriye ile ilgili olarak, İslam Devletini « ölümüne bombalamak », terörizmle savaşmak için Rusya ve Başer Esad rejimi ile ortaklık yapmak istediğini tekrar etti. Bu ise kendisinden önce gelen Obama'nın politikasıyla bir kopma anlamına gelmiyor, hatta tam aksine aynı politikayı sürdürüyor.

O özellikle kendi şiddetli İslamofobik (islama ve müslümanlara düşmanlık duyma), islam karşıtı konuşmalarını beslemek için Suriye'yi paramparça eden savaşı kullanıyor.

Trump, Yemen'de, burada mücadele eden milislere karşı, 29 Ocak'ta gerçekleştirilen ve 60 kişinin ölümüne yol açan saldırı gibi saldırı ve baskınlar düzenleyerek Obama'nın izleyicisi, devamcısı olduğunu gösteriyor.

Trump, yeni müdahaleleri kararı alacak mı?

Amerikan emperyalizminin başındaki kendisinden önce gelen Bush ve Obama'nın askeri manevra ve müdahaleleleri Orta Doğu'da gerçek bir kaos yarattı.

Hiç şüphesiz, yeni diğer emperyalist müdahaleler sadece bu kaos'u daha da ağırlaştıracak, arttıracak.

Kuşkusuz şu bir gerçektir ki, Trump da, kendisinden önceki başkanlar gibi, Suriye ve diğer bölge halklarının ödeyecekleri bedel ne olursa olsun, çok uluslu şirketlerin karlı işler yapabilmeleri için, petrol ve gaz zengini, bu maddelerin çok miktarda bulunduğu bu bölgede, var olma ve kalma gerekliliğini rehber edinen bir politikayı reddetmeyecek.

20 Şubat 2017